I am not Alone

31 Ağustos 2010 Salı

Tweeting~!

Facebook, blog, twitter derken, her biri ayrı bir dünya oldu kendine özgü kurallarıyla. Facebook hakkında; news feed'den insanları kaldırabilip, yeni privacy ayarlarıyla her şeyi kimin göreceğini kontrol edebilip ve application'ları bloklayabildiğimizden dolayı yazmak saçma. Beğenmiyorsan kurtul.

Bloglar hakkında yazmak haddime değil. Adam akıllı okuduğum bloglar 10'u geçmez.

Ama twitter, bak işte bunun hakkında yazarım. 140 karakterlik paylaşımlardan oluşan hayatlar.

İnternetin en güzel yanı: Beğenmiyorsan kapat. (Mesela inci sözlük kendi halinde takılırken, hiç ses ettim mi? Ne zaman engelleyemediğim bir şekilde bana dokunmaya başladı ben o zaman kıl oldum. Senelerden beri 4chan var, dünyanın en yozlaşmış sitesi. Kimseye dokunduğu yok ama.) Yani özetlersem, internette bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığıyla hareket etmenin bir zararı yok bence.

İlk duyulmaya başladığında bir twitter almıştım kendime ama şifresini, nick'ini falan unuttum kayboldu kısacası. Bir kaç ay önce bir tane daha alıp, aktif bir şekilde kullanmaya başladım. Maksat arkadaşlarımla geyik döndürmekti. Sonra işte öyle ya da böyle, insanlar gelmeye başladılar. Sonra ben arkadaşlarımdan başka insanları da takip etmeye başladım.

İşte insanları inceleye inceleye de sevmediğim bir kaç profil gördüm twitter'da.

En çok sinirimi bozan klavye delikanlıları kesinlikle: Kendini bir tür ideal insan ya da her konuda uzman olarak görüp ota boka laf atan embesiller. Özellikle bunların bir alt türü var ki, kendilerini kadınlar konusunda uzman sayıyorlar. Hatun dediğin şöyle olmalı, yok öyle olmamalı. Bunlar direkt unfollow'luk. Adamların salaklık seviyesine sinirlenip duracağına unfollow yap gitsin.

Sonra yaralı kuşlar var. Bana Küçük Emrah'ı andıran, yaralı acılı kuşlar. İçinizdeki sanatçıyı açığa çıkarın lafını motto olarak alıp, 140 karakter üzerinden edebiyat yapıyor bunlar. Ama söyledikleri birbirine o kadar çok benziyor ki, sanırım bir yerlerde yaralı kuşlar 101 dersi veriliyor bu adamlara. "Duanla mı yaşadım ki, bedduanla öleyim?"

Ahh follower maymunları var bir yerlerde. Bak ne demiş twitter'dan sevgili bir insan: "Maymundan mı geliyoruz bilmiyorum ama şu twitter'da gördüklerimden sonra maymuna gittiğimiz kesin. Follower için yapılan maymunluklara bak." Bunlar her yeni follower'da egosu şişen, her giden insanla çöken gururunu acı tweet'ler arkasına saklayan bir insan topluluğu.

Ahh sonra, twitter'ı ne-nerde-nasıl-ne zaman oyununu oynamak için kullananlar var ya, anlatamadık bir türlü yemekte ne yedikleriyle ilgilenmediğimizi. Hani yediğin havyardan salyangoz çıksın yaz anlarım. Ya da dünyanın en güzel makarnasını yemişsindir, paylaş bizimle biz de gidelim. Ama kime ne Midpoint'te yenen sıradan bir yemekten.

Hmm twitter kavgaları. Hani twitter'ın kendi ünlüleri var ya. İşte onları çekemeyen bir de gerçek ünlüler topluluğu var. Uzatmamak lazım komik oluyor işte, dalaşınca bunlar.

Ünlüler demişken onları takip etmek bazen hayal kırıklığı yaratabiliyor. Fazıl Say'ın karizmasının nasıl dağıldığını bir çoğumuz yakından takip ettik.

Ayrıca Twitter'a sayıp sövmek için neden twitter'ı kullanır ki bir insan? Bir de özellikle klişeleri eleştiren insanlar, ne zaman artık kendilerinin de bir adet klişe olduğunu anlayacaklar?

Peki ben hangi grubum?

Gitmeden önce bir buna bir de şuna göz atın. Anlaşılan %35 oranında twitter addict'mişim. Facebook ise %57 çıktı. İyi sandığım kadar da kötü değilmişim...

1 yorum:

Fazla gelmeyin üstüme olur mu?

Gitmeden bunlara da bir bak