I am not Alone

12 Ağustos 2010 Perşembe

Vapur Manzaraları

Yaz okulu bitmek üzere. Bana kazandırdığı en büyük şey düzenli bir uyku saatiydi aman ne güzel! İkincisi ise çeşitli toplu taşıma araçlarını sıklıkla kullanmak zorunda kaldım. Şimdi gelelim toplu taşıma araçları muhabbetlerine:

Ter, sıkışık, sıcak yazmaya gerek yok, Onlar hepimizin bilinen sorunu zaten. AKP kömür yerine bir senelik deodorant dağıtsa daha çok minnettar olurum.

Vaktim var, bekliyorum en rahat otobüs/minibüsü. Zaten Beşiktaş'a geçmek için vapur kullanıyorum... Yazı burnuma en az zarar verecek şekilde atlatmaya çalışıyorum.

Vapuru oldum olası sevdim, fazla şiirsel, entel bir havası vardır hep benim için. Ahh sigara yasağına lanet okuyorum her vapurda artık. Her gün vapuru kullanınca bir şey fark ettim, en az 1 insan gurubu fotoğraf çekmeye çalışıyor her seferinde. Yok be profesyonel kamera da değil bildiğin cep telefonu kamerası işte. Sonra o fotoğraflar süsleniyor püsleniyor karşımıza "apaçi" fotoğrafları olarak çıkıyor. Adamların verdiği pozlara hasta oluyorum yalnız, yaratıcılık sınır tanımıyor.

İkinci bir fotoğraf çeken grup ta var. Teyzeler ve yanlarındaki genç insanlar. Bunlar fotoğraf çekmeye çalışırken gülmekten çok küfrediyorum. Çünkü adı üstünde teyze, bütün vapurun balkonunun kendisine ait olduğunu sanarak bir sağa bir sola giderek uygun yer aramaktadır kendine. Beğendikten sonra işler daha da acılaşıyor. Çünkü bu sefer yanındaki insan kalabalığı hoop teyzenin dediği yeri işgal ediyor ve kimleri rahatsız ettiklerine bakmadan salak salak sırıtarak poz vermeye çalışıyorlar. İtiraf ediyorum, bir kaç aile fotoğrafında orta parmağımı görebilirsiniz~!

Sonra telefonla konuşan amcalar var. Ahh be adam, öğrenemedin mi bunca sene hala gerek olmadığını o kadar bağırmanın. Dağdan dala konuşmuyorsun. Hayatları hakkındaki bütün dedikoduları öğrendim resmen amcaların. Mesela bir amcanın, Mehmet adlı bir torunu varmış işte evlenecekmiş, gün almışlar nikah için ama düğün salonu bulamamışlar.

Sonra turistler var ki onlar ayrı mesele. Ya "How to Become a Tourist 101" diye bir ders var da ben mi bilmiyorum. Orada mı söylüyorlar size yabancı bir ülkedeyseniz kendi aranızda bağıra çağıra konuşup insanları rahatsız etmenin normal olduğunu? Hayır, egzantrik bir dil konuşsanız anlayacağım da İngilizce ile yapmayın bari! :)

İkinci grup bir turistler daha var ki çok özeniyorum bu gruba. Ellerinde haritaları olan ve kafalarına göre belli bir plan olmadan bir yere gitmeyi planlayan turistler. Eğer bana yol sormazsanız sizi daha çok seveceğim gerçi. bilmiyorum kardeşim yolları. Üstüne üstlük yol tarif etmeyi de bilmem. Gereksiz diye öğrenmemişim yol tarif etmeye yarayan kelimeleri, unutuyorum sürekli.

Bunlar genel tiplerdi ya, şimdi bir de ilginç olaylar var:

İlki bir avukat. Böyle uzun saçlı, 30'larında takım elbiseli hoş bir adam. Tam karşıma oturmuş. Ben o sırada çoktan elfler falan derken kopmuşum dünyadan. Sonra bir teyzenin fotoğraf çekmek isterken ayağımı ezmesiyle döndüm dünyaya yeniden. Sonra dedim ben bu konuya bir blog yazısında değinirim, ama unutkan insanım kesin unutacağım. Bari not alıyım dedim. O sırada karşımdaki avukat işe el attı. İşte insanın aklına gelmiş fikirleri hemen not alması lazımmış, sonra kendisi işte sürekli not defteri taşıyormuş mesela. Yaptığım şey benim ve kariyerim için aşırı yararlıymış da falan filan. Herif nefes almadan konuşuyordu. Hani o sırada alt yazı olarak WTF!? geçiyor benden... Sonra benden aldığı hmm, zoraki bir gülümseme ve kafa sallama gibi tepkilerle gaza gelen adam başladı hayatını anlatmaya. Avukatmış iş gezisinden dönüyormuş. Sonra sustu. Sessiz sevinç çığlıklarım adamın uzattığı not tarafından kesildi. Herif yazmış mail adresini, adını soyadını, numarasını bana uzatıyor. İkinci bir WTF!? anı adamın yavşak gülümsemesi ile belki bir avukata ihtiyacın olur demesinin ardından göz kırpmasıyla son buldu.

Yine vapurdayım. Tam balkonun en ucunda müthiş tatlı bir çocuk var. Hani seyretmeye doyamadıklarından. Güzele bakmak sevaptır dediler, ben de kırmadım atalarımı çocuğu seyrediyorum. Çocuk ısrarlı bakışlarıma dayanamadı ve göz göze geldik. Şimdi yapılacak iki şey vardı: Ya gözlerimi kaçırıp başka bir tarafa bakmaya çalışarak durumu kurtaracağım ya da pişkin pişkin bakmaya devam edeceğim. Hangi deli ısırdı bilmiyorum ama pişkin pişkin bakmaya devam ettim. Hemen duruşu düzeltelim, tek kaş zaten hep havada çok bilmiş bir havalarda. Bakışıyoruz çocukla Beşiktaş'a kadar. Yanında bir arkadaşı var arada sırada kopuyorlar falan... Ama çok tatlı bir gülmesi var ya. Sonra Beşiktaş'a yanaştık. Tabakhaneye yetişmesi gerekenler ayak altından temizlenince, ben de yavaş yavaş kalktım yerimden. Bu hala oturuyor. Sonra tam merdivenlerde yakaladı, numaramı istedi. Vermedim ama onunkini aldım durumu kurtarmak için. Adı da Deniz'miş. Ancak cesaretim karaya ayak basana kadarmış. Kalabalık içerisinden yapılan başarılı bir slalom ile Deniz'in kıyısından uzaklaştım. Numarası da kaydetmeden silindi.

Bir iki ilginç olay daha vardı, hatta not bil almıştım ama kim bilir nerede o notlar... Unuttum işte.

5 yorum:

  1. Metrobüse biniyorum serin serin mecidiyeköyde iniyorum. Ama karşıya geçeceksem sekizonbeş vapuru yandan çarklı değil ama yine de keyifli. Vapurda sigara yasak. Yasaklar büyük bir baskı aslında. Vapurun güvertesinde arka oturaklarda rüzgara karşı eskiden sigara tüttürülürdü. kar yağsa bile.. Fotoğraf çekenler karşıdaki Topkapı sarayı ve oluşturduğu silüeti çekiyorlar. Martılar buna kıskanıyor. Telefonla konuşanlar tür tür insan tipolojilerini oluşturuyor. ya telefon zilleri.. "Halimemi samanlıkta bastılar" ilginç doğrusu. Bu arada beni turist sanıyorlar. Başımda güneşten korunmak için taktığım yuvarlak şapkam. Sırtımda sırt çantam. Sakalsız ve bıyıksız suratım. Şaşkın bakışlarım. Arkadaşlarım bile beni tanıyamıyor.

    İnsan avukat da olsa itibarını yitirici bir kimliğe bürünebiliyor. Adabı muaşeret ve nezaket kurallarını bilmeyenden kanun adamı olabilir mi?

    Bu vapur yolculukları tılsımlı iklimleri içinde barındıran bir maceraya dönüşebilir. Hayatım vapurla karşıya geçmekle geçti. Anlatsak neler neler var... Kadıköy Beşiktaş yaptığına göre yaptığınız iş reklamcılık olmasın sakın? sağlıklı günler dilerim.

    YanıtlaSil
  2. Vapur yolculuklarını seviyorum işte türlü türlü eğlencesi oluyor ve diğer taşıma araçlarında olan sıkıntılar pek olmuyor, ter kokusu vs...

    Ben de bu yaz vapura abone oldum açıkçası, önceleri nadir gerçekleştirdiğim bir zevk yolculuğuydu kendisi...

    Bir şey unuttuğumu biliyordum: telefon zilleri~!

    Ve hayır ne yazık ki hala öğrenciyim ve reklamcılık gibi renkli bir mesleğim olmayacak.

    Bir de reklamcılık ile vapur bağlantısını kurarsan, çok merak ettim :)

    YanıtlaSil
  3. 2.
    her durakta ölümsüz bir aşk edineceğim
    bir bakıştan, bir duruştan,
    çağrışımın sonsuz hızından
    unutulmaz bir sevgili daha bırakacağım ardımda.
    belki de yaşanabilecek en güzel serüveni
    terk edeceğim
    daha otobüsün ilk basamağında.
    kim bilebilir ki?
    sonrayı, sonrasını kim bilebilir?
    gizli gizli veda edeceğim ona; görmeyecek
    ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim
    otobüs camına bağrında bir ok ile
    bir aşk levhası çizecek, ah min-el!
    bu da ötekiler gibi,
    kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden
    yaşayıp gidecek..

    MURATHAN MUNGAN'in AYAKÜSTÜ YAŞANMIŞ AŞK HİKAYELERİ adli siirinden...

    yollar baska turlu cekilmez istanbulda dimi ama..

    YanıtlaSil
  4. Eski zaman denizcilerine özlem duyardım hep, her limanda ayrı bir sevgili her bir limanda ayrı bir macera~!

    YanıtlaSil
  5. Beşiktay vapuru genelde iletişim sanatlarıyla ilgili kişiler çoğunlukta olurdu. reklamcılar, medyacılar, grafikerler, yönetmenler vs. Çünkü ben de iletişim sanatlarıyla ilişkili biriyim. Anlatımlarınla belki reklamcı yada medyacı olmanı istemiş olabilirim.

    YanıtlaSil

Fazla gelmeyin üstüme olur mu?

Gitmeden bunlara da bir bak