I am not Alone

The Commentaries etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
The Commentaries etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Mart 2011 Salı

Censored

Bu yazıyı okuyabiliyorsanız, DNS ayarlarını doğru yapmışsınız demektir. Konuya girelim: İnternette sansür.


Sansür olaylarıyla ilgili en çok merak ettiğim konu, nedenleri. Bakalım bloglarımız neden yasaklanmış?
“Tüm kamuoyunun bildiği üzere Digiturk, Türkiye Futbol Federasyonu’nun yaptığı ihale neticesinde yıllık 321 milyon dolar ödeyerek süper toto süper ligi maç yayın haklarını almıştır.Yayın hakları Digiturk’e ve Lig TV’ye ait olan maçlar, bazı internet siteleri tarafından kanunlar hiçe sayılarak yayınlanmaktadır. Kanunların kurumumuza yüklediği bütün yükümlülükler eksiksiz yerine getirilip içerik ve yer sağlayıcılar defalarca uyarılmasına rağmen internetten illegal yayın yapılmasına son verilmemiştir.Son çare olarak yüce Türk mahkemelerine başvurulup illegal yayınları yapan sitelerin verdiği zararın durdurulması talep edilmiştir. Mahkeme yasal olarak her şeyin yapıldığını ve ihlalin hala durdurulmadığını tespit ederek bu sitelere erişimin engellenmesi kararı vermiştir. Bu kararın uygulanması ile birlikte blogspot’ta bazı bloglar’a da erişimde problemler ortaya çıkmış olup, bu problemlerin tek sorumlusu uyarıldığı halde illegal içerikleri yapan sitelerin yayınını ısrarla durdurmayan Google ve Blogspot’tur. Halkımızdan almış olduğumuz destekle Türk futboluna yaptığımız yatırımlarla birlikte, illegal maç yayınlayan kişi yada kişilerle mücadelemiz devam edecektir. Kamuoyuna saygılarımızla sunulur.”
Hay futbolunuza diye başlamak isterdim cümleye ama  futbol olmasaydı başka bir sebepten nasılsa yasak yiyecektik. Sevgili Digiturk, mızıkçı yapısıyla devlet babadan biraz önce davranmış sadece.

İnternette sansürün de saçma olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz sanırım. İnternetten maç izlemeye hevesli adam, DNS ayarlarını da düzeltebilir bence. Onu geçtim biz Cine5 gençliğiyiz. Karıncalanmış ekranlarda film izledik biz, ufacık sansürlerden korkacak halimiz yok ama ben yakında direkt internete yasak gelecek diye korkuyorum. Düşünsenize, ağ adresi alınıyor, bağlanıyor vs... beklenmeyen hata durumu: Mahkeme kararı ile internete erişim engellenmiştir.

Sansür: Çocukluğumuzdan beri televizyonlarımızda. Pokemon? Gerçi o sansür yiyemeden yayından kaldırıldı.  Biiiiip sesleri. Ağız hareketlerine bakardım ne diyorlar diye. Markalar, kare kare olurdu daha bir çaba harcardım ne olduklarını anlamak için.Yoksa kendimi kaptırmış film izlerken neden kadının kullandığı deterjanın markasına takılı kalayım? Şimdiki trend, sigara sansürü. İyice dikkatimizi çeksin diye.

İnternette sansür: Youtube! Daha o zaman anlayacaktık başımıza neler geleceğini. Olayın neresinden bakarsam bakayım bir video için koskaca sitenin bize yasaklanmasını algılayamayacağım. Hadi diğer ülkelere yasaklasan neyse. Kendi ülkene neden yasaklıyorsun. Salsaydın yurdumun yiğit klavye delikanlılarını. Bak bakalım sorun falan kalır mıydı ortada? Yok ama, onun yerine kendi milletini özgürlüğünden mahrum et. Bir gün bizi de sansürleseler keşke de, biz de yurtdışından yayın yapsak mesela.

Ya ne denir bu konu üzerine daha fazla? Sen biliyorsun yanlış olduğunu, saçma olduğunu. Ben de biliyorum. Büyük ihtimalle onlar da biliyorlar. Ama değişen bir şey yok. Hala yasak üstüne yasak.

Erasmus için motivation letter yazmam lazım ya, yasaklardan bıktım biraz özgürce nefes almak istiyorum diye yazsam nasıl olur? Çünkü, zaten kıyafetlerimle tacize sebebiyet verdiğimi öğrendiğim için sansür yemiş gibiyim. Nefes alıp veriyorum diye de, hayvanları tahrik etmekten korkuyorum.


Until next time,
Kırmızışın

11 Şubat 2011 Cuma

Lambaya Püf De

Çok güzel bir sevgililer günü yazısı vardı kafamda. Öyle şaka yollu sövecektim kendilerine. Ancak, tam şu an sinirden deliriyorum. Kuduruyorum desem daha doğru olur.

Ben o ülkesinden nefret eden hainlerden biriyim. İlk fırsatta da dönmemek üzere terk edeceğim bu ülkeyi. Şanlı tarihimi seviyorum elbet, zaten o kadar beynime kazındı ki, sevmemem imkansız. Mahvolmuş doğal güzelliklerini de seviyorum aslında. Ama içindeki insanlardan nefret ediyorum.

Ülkeyi yönettiğini sanan ampul kafalı heriften de, onun şarlatanlar cemiyetinden de nefret ediyorum. Onlara destek veren, savunmaya çalışan, yaptıkları yanlışlara kılıflar uyduran insanlardan daha da nefret ediyorum. Mümkün oldukça da hiçbiriyle aynı havayı solumak istemiyorum.

"Adamların yaptıkları iyi işler de var ama, kabul etmelisin." diye cıvıldayan Polyanna bozuntularına ise sadece acıyorum ve akıl diliyorum.

Normalde, farkına vardınız mı bilmem ama, dan dun saldırmam karşı olduğum düşünceye. Hepsi gerizekalı diye kestirip de atmam. Bence mantıklı bir sebebim vardır. Onu açıklarım. Bana mantıklı gelen sana da mantıklı gelir ya da gelmez. Ama bu tipler o kadar körler ki, devekuşlarına ders verebilirler.

Ne oldu ne bitti de gaza geldim yeniden? Aslında sebep çok gaza gelmek için bu şerefsizlere karşı. Haberleri okumak yeterli düzenli olarak. Sadece bu sefer ki haber biraz daha kişiseldi, biraz daha dokundu bana.

Bazen hayal ediyorum bir sonraki seçimlerde her şey farklı olacak diye, başka biri. Hayal etmek için o kadar konsantre olmam gerekiyor ki, tek boynuzlu uçan bir ata bindiğimi hayal etmek daha kolay.

Aslında kızgınlığım gerçekten baştakilere değil. Onlara gıptayla bakıyorum aslında bu salak milletin zaaflarını çok iyi bildikleri için. O nedenle kızgınlığım bu salak millete. Mısır ile Tunus'a bakıp, aynısının Türkiye'de de olması için dua eden zihniyete. Şerefsizin teki, kendi reklamı için muhafazakar taraftara oynayan bir yazı yazdığında, ona üstat diye hitap eden sersemlere kızgınlığım. Sürekli ben başta olsaydım, bak neler yapardım felsefesi yapmaktan kendi işini yapamayan hayalperestlere nefretim. Zaten o nedenle kalmak istemiyorum ya. Sevmediğim bu millet için mi çabalayacağım ben? Yine de en çok kızdıklarımdan biri de benim, ancak seyirci kalabildiğim için.


Bitirirken;

Resmi tek başına algılayamayacak olan, beyin özürlüler (dikkatinizi çekiyorum engelli değil özürlü) için çizerin kendi yaptığı açıklama:

Elimden geldiğince aydınlatayım...
Doğduğumuz zaman çıplağızdır.
Çıplak,en yalın,doğal ve özgür halimizdir bana göre... Aydınlık bir dünyada çıplaklık bir ayip değildir, günah da değildir...
Tabi ki burdaki mesaj, çıplak gezelim de değildir... Sadece AKP zihniyetinin olmadığı, yani ampulun yanmadığı bir Türkiye'de kadının özgürlüğünü yansıtmaya çalıştım... AKP'nin ışığı da işte ancak sol taraftaki kadar aydınlatıyor... Yani Türkiye'yi değil, sadece kendi yandaşlarının dar bir çerçevesini....
Umarım biraz da olsa anlatabilmişimdir....

Yazdım, rahatladım mı? Hayır. Konu sadece bu kadar mı? Hayır. Açıklamadan sırf liste yapsam nelerin yanlış olduğuyla ilgili, sayfalar sürer. Belki yeni bir kategori yaparım, sırf bu tarz yazılar için. İnternetten üzerinden mahalle baskısına yardımcı olur en azından.

2 Şubat 2011 Çarşamba

Rest in Peace

Defne Joy Foster öldü. Ailesinin başı sağ olsun. Ölüm sebebi şüpheliymiş. Bana ne. Alkol yüzünden böyle olmuş. Ölüyü rahat bırakın bari denyolar. Uyuştucu/eroin yüzünden olmuş. One ne ara geldiniz?

M.J. öldüğünde medyanın halini hatırlayan var mı? Bir ay boyunca neredeyse Billie Jean dinledik. Defne, kendisi söylediği gibi meşhurdu, popüler oldu Acun sayesinde. Popüler biri ölünce de ortaya çıkan manzara bu ne yazık ki.

Televizyonda ölüm haberlerinin nasıl verildiğini bilirsiniz, acılı anne kendinden geçer, kadınların hepsi ağlar, babalar bir yandan acılarını gizler, bir yandan dayanamaz sessiz sessiz ağlar. Ve yüzsüz muhabir, hepsinin dibine girer, hepsini yakından çeker. Ölen ünlü biri olunca, bu sefer bu tantana 20 kanalda birden bilmem kaç muhabir tarafından tek tek anlatılıyor tabii ki.

Gerçekten kusura bakmayın ama siz ne kadar çemkirseniz de, her gün ölen bir sürü insanın ölümü hiç bir zaman bir ünlünün ölümü kadar ses getiremeyecek. Başınıza uzay mekiğinden kaçmış bir klozet kapağı düşerek ölmediğiniz sürece de, ölümünüz ilgi uyandırmayacak. O kadar şehit ölüyor her gün. BİLİYORUZ! Bildiğimizi sen de biliyorsun. Ama sen duyarlı vatandaşsın ya, uyarmak zorundasın milleti, "Her gün şehitlerimiz ölüyor, bu kadar büyütmeyin Defne'nin ölümünü!" diye. Peki, duyarlı arkadaş sen ne yapıyorsun o her gün ölen şehitler için? Ne biliyorsun belki ben onlara da üzülüyorum gerçekten her gün haberlerde. Hadi şehitleri geçtim, onlar için yapabileceğim(iz) bir şey yoktu aktif olarak, görev sırasında öldüler. Peki, daha bugün evsiz bir adam soğuktan donarak ölmüş Beşiktaş'ta. Onlar için ne yapıyorsun duyarlı arkadaş? Tamam hatırladım ne yaptığını, biz evsizler için aranması gereken numarayı paylaştığımızda, sen "Kaçınınız telefonunda kayıtlı ki şimdi bu numara? Bu yaptığınız hep şov ve spam." diye söylenen gruptaydın.

Dipnot: "Facebook üzerinden mi kurtarıcaksınız dünyayı? diyenlerle bu grup genel olarak aynı kişilerden oluşuyor benim arkadaş listemde sizde de öyle mi? Facebook üzerinden dünya mı kurtarılır? Tunus ile ilgili haberleri okumadan cevaplamayın.

Defne'nin ölümü ile ilgili ikinci sinir olduğum nokta, sürekli bir alkolden öldüye getirilmesiydi olayın. Alkol kötü. Alkol yok. Alkol kaka. Bir yaşındaki oğlunu bırakıp nasıl gidermiş Taksim'e? Tabii, hatunların dışarı çıkması da kültürümüzde yok sonuçta, öpüşmek gibi, sevişmek gibi. Sonra bir de, ne işi varmış Kerem Altan'ın evinde? Efendim, şimdi söylemesi ayıp, K.A. orgy düzenliyormuş evinde. O nedenle oradaymış Defne'de.

27 Ocak 2011 Perşembe

24+



Yazmayacaktım böyle bir yazıyı. Ne gerek var her kafadan aynı sesler çıkıyor zaten. Ama sonra, bir ses de benden çıksın. Bir tepki de benden gelsin dedim

AKP hükümetini sevmiyorum. Zaten heriflerin düşünce yapısını sevmiyordum. Ama son zamanlardaki yaptırımlarından nefret ediyorum. En çok da, yaptıkları uygulamaların Zaytung haberlerinden bile absürd olmasından nefret ediyorum.

24 yaşına kadar bir nevi çocuk sayılıyorum hala, neyin iyi neyin doğru olduğuna karar veremiyecek bir çocuk. Bu  nedenle bir çok festivale/konsere katılamayacağım. Çünkü sponsorları alkol firmaları. Ama sonuçta devletimin amacı beni korumak değil mi?

Öte yandan devletim asıl çocukları koruyamıyor ne yazık ki. Alkolden bağımsız olarak, işlenen çocuk tacizlerinin önüne geçemiyor ne yazık ki.

Çocuk yaşta evlendirilebilirdim ben. Buna karşı da koruyamıyor devletim beni. Ama sanatsal aktivitelerde korunuyorum artık çünkü zaten bütün sorunlar hep galeri açılışlarında, müzelerde çıkıyor zaten. Öte yandan, ne gerek var gidip de, bir kaç ucubeyi görmeye?

18 yaşında devletim izin veriyor silah sahibi olmama. Çünkü biliyor ki, ben artık kendi kararlarımı verebilirim. Ama alkol almamı istemiyor. Hani kazara, o ruhsatlı silahı ateşlerim diye.

Ama yanlış anlamayın devletim iyiliğimi düşünüyor benim. Eminim.

Kendimi koruyamayacak yaşlarımdayken, beni tek başıma bırakması tamamen güçlü olmamı istediğinden aslında. Zorluklarla karşı gelebileyim diye ileride.

Kendimi koruyacak yaşa geldiğimde ise kendi kendimi korumamı istemiyor aslında. Zaten çok yoruldun diyor bu yaşına kadar. Bırak ben senin yerine karar veririm neyin iyi olup neyin olmadığına zaten.

Ne gerek var Blues dinlememe? Ne gerek var Babylon'daki öcülerle beraber müzik dinlememe? Poligonda atış talimi yapabilirim onun yerine.

Hem zaten ekonomik kriz falan var. Zam geldiği de yok, enflasyon yok gibi bir şey ya. Param cebimde kalsın. Ne gerek var bir biraya verdiğim paraya.

Karşıyım bu yeni yönetmeliğe. Gerçek çocuklar, küçücük yaşlarında evlenebiliyorlar, daha bebekliklerinden beri çalışma hayatının içine atılıyorlarsa, bizi, dana kadar olmuş çocukları korumayın siz. Merak etmeyin biz koruruz kendi kendimizi bir şekilde. Ruhsatlı silahlarımız var sonuçta bizim, bizi koruyacak.

Ahh unutmadan, kokain kullanma yaşı 14'lere düşmüş buralarda. Sanırım o alkol yerine onları kullanmamızı tercih ediyorsunuz?

Bazı 'arkadaşlarım' durumları karıştırmamamı söylüyor. Alkol yasağıyla ruhsatlı silah iznini birleştirip bir sav oluşturamazmışım. Ya da çocukları katamazmışım. Kusura bakmayın ama, ben hasta olunca ilk iş olarak parmaklarıma manikür yaptırmaya gitmiyorum, önceliklerim farklı hani.

Şerefe,
Kırmızışın.

28 Aralık 2010 Salı

Just Another 'New' Year

Yazabileceğim bir çok konu var aslında, hani içimi döksem iyi olacak konular ama bazen kelime haznemin yetersiz olduğunu düşünüyorum ve hazır dönemi gelmişken Yılbaşından konuşayım diyorum.


Çok abartı bir kere ya. Eğlenceden çok stres bir de.

Yılbaşından tek istediğim aslında, şöyle kırmızı pijamalarımı giyeyim (yok öyle seksi falan değiller, bildiğin teenage pijamaları, kırmızı beni mutlu ettiği için sadece), elimde sıcak çikolata fincanım olsun, kaloriferin dibinde oturayım. Tam yılbaşı filmlerim elimin altında olsun. Mümkünse, mükemmel uyumlu İngilizce altyazılarıyla birlikte. Bir tarafımda sırası bir türlü gelmemiş kitaplarım olsun. Bir diğer tarafımda da, bir daha okumak istediklerim. Telefonum kapalı olsun. Laptop'un şarjı bitmiş olsun.

Hayalim bu da, sırf sonradan pişman olmamak için planlar falan. Fazla kalabalık. Fazla yorucu. Ama yılbaşı bahane, dünyanın en güzel elbisesini almış olabilirim. Bir de elbiseye uyacak, güzel bir topuklu. Bekle beni 10+ cm topuk. Hem ayakkabı hem de elbise o kadar da güzel bulunmayabilir diğerleri tarafından ama o yılbaşı kalabalığının içinde almayı başarabildim ya onları, sırf o nedenle bile tapabilirim onlara.

Şimdi yılbaşını neden sevmiyorum. Fazla zorlama. Herkes bir eğlenme çabasında. Fazla kasıntı. Fazla süslü. Yapay. Nedense kafanda durduk yere bir baskı oluşuyor, bu gece eğlenmeliyim. Nope. Eğleneceksem Taksim'de olmak istiyorum ben. Saçma sapan insanlar tarafından işgal edilmiş Taksim istemiyorum ben. Gecenin bir yarısı, trafiksiz olsun istiyorum. İş çıkışı trafiğinin aynısı gecenin özgürlüğüne gelmesin.

İnsanların yeni yılda neleri değiştireceklerini duymak istemiyorum. "Yeni yılda çok görüşürüz." cümlesini kurmaya yeltenenleri ise toptan imha etmek istiyorum.

Hmmm, asosyal ruhum çıkmış ortaya yine ya. Sallamayın uykum var, başım ağrıyor falan.

PS: Yılbaşı ile ilgili sevdiğim tek şey, her tarafım kıpkırmızı olması sanırım.

7 Aralık 2010 Salı

Facebook Cartoon Character Campaign: What is it really for?

Başlık çok akademik essay tarzında olmadı mı? Özlemiş olabilirim birazcık paper yazmayı.


Şimdi bir önceki yazıda bahsetmiştim, işte 6 Aralık'ta hepimiz sevdiğimiz çizgifilm karakterlerini koyduk diye. Sabah durum böyleydi, akşama değişti.

Hatırlıyor musunuz, kadınlar arasında sütyen rengi kampanyası dönmüştü. Hepimize bir mesaj geliyordu, sütyen rengimizi yazmamız isteniyordu. Aynı zamanda erkeklere söylemeyecektik. Amacı neydi? Meme kanserine karşı dikkat çekip, bilinci arttırmaktı. Kampanya o kadar başarılı olmuştu ki, google'da en çok aranan konu haline gelmişti döneminde. Haberlere bile konu olmuştu. O zaman da bık bık bık ötenler olmuştu:

- Ne boka yaradı şimdi bu? 
- Sütyen renginizi öğrenince bilinçlenmiş mi olduk şimdi?
- Ehehehehe sütyen rengini öğrendim! 
- Ne yani siz böyle yazınca kanser olan kadınlar iyileşmiş mi oldular? 
- Oturduğun yerden bir kelime yazmak kolay, madem önemsiyorsun git bir şeyler yapsana. 

Ya sabır diyorsun ve kafanı çeviriyorsun. Amaç neydi, be güzelim? Dikkat çekmekti. Amacına ulaştı mı evet? Hatta, sütyen rengi kampanyası yapılmış en başarılı viral kampanyalardan biridir. Viral reklamların amacı da hani bir ürün böyle, bir ürün şöyle diye söylemektense, o ürüne dikkat çekmektir. Gittigidiyor ve Fulya desem mesela?

Bu nedenle "Çizgi film karakterleri facebook" ta kampanyasını hemen salak olarak nitelendirmeyin. Biz de biliyoruz elbet, profil resmimizi değiştirmekle bir tacizciyi durduramayacağımızı. Ama 6 Aralık'ın önemine dikkat çektik mi? Çektik. Güzel yazılmış bir kaç düz yazıdan daha etkili olduğu da kesin yani.

Akşama kadar değişen ikinci bir şey, ortalıkta bunun aslında çocuk tacizcilerin işini kolaylaştırdığını söyleyen yazıların dolaşması. Hemen alıntı yapıyorum:

Çocuk İstismarı İçin Kurulan Sayfaların Yalan ve Yanlış Propagandaları İle Facebook Profil Resimlerine Çizgi Film Kahramanı Koyan Kişiler, Bu İstismarcıların Ekmeğine Yağ Sürmüş Oluyorlar. Çocuk İstismarcıları Kendilerinin Uyguladığı Yöntemi Herkese Yaptırmış Oluyorlar. Çocuklara Yapılan Arkadaşlık Tekliflerinde Çocuklar Teklifi Kolay Kabul Etsin Diye Çizgi Film Kahramanı Kullanan İstismarcılarla Aynı Şeyi Yapmış Oluyorsunuz. Lütfen Daha Bilinçli ve Dikkatli Olunuz...

Öncelikle ne işi var küçük bir çocuğun facebook'ta? İnternetin bir çocuk için çok da güvenli olduğu kesinken, bir çocuğun internetteki vaktinin denetlenmesi gerekirken, sen gidiyorsun çocuğuna bir de facebook hesabı alıyorsun. Hmmm...

Onu geçtim, doğru mu değil mi bilmiyorum bile bu uyarı, araştırıyorum ama daha tam olarak bir şey çıkmadı. Doğruysa yazık gerçekten. Ama genel kanı, bunun hareketi bozmak için yapıldığı yönünde. Party killers. 

Bu arada internette bu kampanyayı salak bulanların ortak yorumu: "Bu kampanya tembel insanların duyarlı gözükmek ve kendilerini bir şey yapıyormuş gibi hissetmek için için uydurdukları bir saçmalıktır." Dur da anlat bu insanlara şimdi işin aslının ne olduğunu. 

Hem her şeyi geçtim de, çocukluğumun bütün sevdiğim çizgi film karakterlerini bir arada görmek güzeldi. Nostalji falan. Ayrıca, daha öncede söylediğim gibi, seçtiğimiz karakterlerin süslü profil resimlerine kıyasla daha fazla kendimizi yansıttığı fikrindeyim. 

Last but not least, konuyla ilgili yazılmış çok güzel bir yazı, bir göz atın derim. [Link]

PS: Yazılarımda artan Tarzanca'yı mağruz görün. Okul beni böyle yapıyor.

6 Aralık 2010 Pazartesi

arkidiiş, niieemm naaberr canımmm

‎"Change your Facebook profile picture to a cartoon character from yourchildhood and invite your friends to do the same. Until Monday(December6), there should be no human faces on Facebook, but aninvasion of memories. This is a campaign to stop violence againstchildren."


Böyle bir kampanya varmış. Şimdi açıyorum facebook'umu ve baktığımda rengarenk profil resimleri. Kesinlikle insanlar hakkında daha fazla şey anlatıyorlar, güzel gözükmek için kastığımız photoshop destekli profil resimlerine kıyasla.

Bilmem kaç kişide görünce inat ettim, Sailor Mars'ı koymayacağım diye. Kendisi en sevdiğim karakter olur aslında çocukluğumdan. Ama inat işte, çocukken değil de, bir genç kızken tanıştığım bir animeyi koyuyorum.


Tanıyan var mı bakalım?

PS: Başlık nereden geliyor tahmin eden? 

10 Kasım 2010 Çarşamba

10 Kasım Üzerine

10 Kasım sınırları içerisindeyiz. Yine bir sürü yerde yapmacık gösterişler. Profil resimleri üzerinden Atatürkçülük, facebook üzerinden dünyayı kurtarma çabaları...

Küçükken her törende şiir okuturlardı bana, hala ezberimdedir bu şiir. Sözde Atatürkçülere gelsin.

Siz beni hala anlamadınız
Ve anlayamayacaksınız çağlarca da…
Hep tutturmuş ‘Yıl 1919,Mayısın 19’u’diyorsunuz
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor övüyorsunuz.
Mustafa Kemal’i anlamak bu değil
Mustafa Kemal ülküsü,sadece söz değil

Bırakın o altın yaprağı artık
Bırakın rahat etsin anılarda şehitler.
Siz bana,neler yaptınız ondan haber verin
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun,sefaletin?
Mustafa Kemal’i anlamak yerinde saymak değil
Mustafa Kemal’in ülküsü sadece söz değil…

Hala o acıklı ağıtlar dudaklarınızda
Hala oturmuş,10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz
Uyanın artık diyorum,uyanın,UYANIN!
uluslar,fethine çıkıyor,uzak dünyaların..
Mustafa Kemal’i anlamak göz boyamak değil
Mustafa Kemal ülküsü,sadece söz değil…..

Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız
Labaratuarlarda sabahlayın,kahvelerde değil
Bilim ağartsın saçlarınızı,kitaplar
Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar
Mustafa Kemal’i anlamak ağlamak değil
Mustafa Kemal ülküsü,sadece söz değil

Demokrasiyi getirmiştim sizlere,özgürlüğü
Görüyorum ki aynı yerdesiniz,hiç ilerlememiş
Birbirinize düşmüşsünüz,halka eğilmek varken
Hani köylerde ışık,hani bolluk,hani kaygısız gülen?
Mustafa Kemal’i anlamak itişmek değil
Mustafa Kemal ülküsü,sadece söz değil

Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla
Bilime,sanata varılmaz dalkavuklarla.
Bu vatan,bu canım vatan,sizden çalışmak ister
Paydos övünmeye,paydos avunmaya,yeter, yeter!
Mustafa Kemal’i anlamak aldatmak değil
Mustafa Kemal ülküsü,sadece söz değil!



PS: İşin üzücü yanı, kendimi daha çok geliştirmem gerek Atatürk'ün istediği bir birey olabilmek için.
PS2: İyi yanı, bunun farkında olmam.
PS3: Yaa acaba bir iki gün bekletse miydim bu yazıyı? İnsanlar, bilinçsizce aha Atatürk'e laf etti hatun diye algılayınca sinir oluyorum.

31 Ağustos 2010 Salı

Tweeting~!

Facebook, blog, twitter derken, her biri ayrı bir dünya oldu kendine özgü kurallarıyla. Facebook hakkında; news feed'den insanları kaldırabilip, yeni privacy ayarlarıyla her şeyi kimin göreceğini kontrol edebilip ve application'ları bloklayabildiğimizden dolayı yazmak saçma. Beğenmiyorsan kurtul.

Bloglar hakkında yazmak haddime değil. Adam akıllı okuduğum bloglar 10'u geçmez.

Ama twitter, bak işte bunun hakkında yazarım. 140 karakterlik paylaşımlardan oluşan hayatlar.

İnternetin en güzel yanı: Beğenmiyorsan kapat. (Mesela inci sözlük kendi halinde takılırken, hiç ses ettim mi? Ne zaman engelleyemediğim bir şekilde bana dokunmaya başladı ben o zaman kıl oldum. Senelerden beri 4chan var, dünyanın en yozlaşmış sitesi. Kimseye dokunduğu yok ama.) Yani özetlersem, internette bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığıyla hareket etmenin bir zararı yok bence.

İlk duyulmaya başladığında bir twitter almıştım kendime ama şifresini, nick'ini falan unuttum kayboldu kısacası. Bir kaç ay önce bir tane daha alıp, aktif bir şekilde kullanmaya başladım. Maksat arkadaşlarımla geyik döndürmekti. Sonra işte öyle ya da böyle, insanlar gelmeye başladılar. Sonra ben arkadaşlarımdan başka insanları da takip etmeye başladım.

İşte insanları inceleye inceleye de sevmediğim bir kaç profil gördüm twitter'da.

En çok sinirimi bozan klavye delikanlıları kesinlikle: Kendini bir tür ideal insan ya da her konuda uzman olarak görüp ota boka laf atan embesiller. Özellikle bunların bir alt türü var ki, kendilerini kadınlar konusunda uzman sayıyorlar. Hatun dediğin şöyle olmalı, yok öyle olmamalı. Bunlar direkt unfollow'luk. Adamların salaklık seviyesine sinirlenip duracağına unfollow yap gitsin.

Sonra yaralı kuşlar var. Bana Küçük Emrah'ı andıran, yaralı acılı kuşlar. İçinizdeki sanatçıyı açığa çıkarın lafını motto olarak alıp, 140 karakter üzerinden edebiyat yapıyor bunlar. Ama söyledikleri birbirine o kadar çok benziyor ki, sanırım bir yerlerde yaralı kuşlar 101 dersi veriliyor bu adamlara. "Duanla mı yaşadım ki, bedduanla öleyim?"

Ahh follower maymunları var bir yerlerde. Bak ne demiş twitter'dan sevgili bir insan: "Maymundan mı geliyoruz bilmiyorum ama şu twitter'da gördüklerimden sonra maymuna gittiğimiz kesin. Follower için yapılan maymunluklara bak." Bunlar her yeni follower'da egosu şişen, her giden insanla çöken gururunu acı tweet'ler arkasına saklayan bir insan topluluğu.

Ahh sonra, twitter'ı ne-nerde-nasıl-ne zaman oyununu oynamak için kullananlar var ya, anlatamadık bir türlü yemekte ne yedikleriyle ilgilenmediğimizi. Hani yediğin havyardan salyangoz çıksın yaz anlarım. Ya da dünyanın en güzel makarnasını yemişsindir, paylaş bizimle biz de gidelim. Ama kime ne Midpoint'te yenen sıradan bir yemekten.

Hmm twitter kavgaları. Hani twitter'ın kendi ünlüleri var ya. İşte onları çekemeyen bir de gerçek ünlüler topluluğu var. Uzatmamak lazım komik oluyor işte, dalaşınca bunlar.

Ünlüler demişken onları takip etmek bazen hayal kırıklığı yaratabiliyor. Fazıl Say'ın karizmasının nasıl dağıldığını bir çoğumuz yakından takip ettik.

Ayrıca Twitter'a sayıp sövmek için neden twitter'ı kullanır ki bir insan? Bir de özellikle klişeleri eleştiren insanlar, ne zaman artık kendilerinin de bir adet klişe olduğunu anlayacaklar?

Peki ben hangi grubum?

Gitmeden önce bir buna bir de şuna göz atın. Anlaşılan %35 oranında twitter addict'mişim. Facebook ise %57 çıktı. İyi sandığım kadar da kötü değilmişim...

20 Ağustos 2010 Cuma

This time in English

Madame Red welcomes you, this time in English.

Since i have some regular readers, they should know that, i am at least trying to use a proper language. Sometimes it is hard for me to express what i want to say in my own language. Basically because i have been using it less and less. I am not gonna say that my English is perfect, though, which would be a big fat lie anyway.

But i know both languages well enough to write or read easily. This is exactly, why i say that Turkish is sometimes insufficient while trying to express my ideas. Also, i am not suggesting that English is better. Can you really compare two languages anyway?

If i think that the existing language is not enough to express my idea, why not try to expand it? Just take a look at how some words made up.

And seriously, in this era, is it possible to talk about a 100% pure language?

And why this is in English? First take a look at the comments in the previous entry. I was either gonna use weird Turkish or English. English sounded better.

One thing for sure, i am still a child who gets pissed off quite easily. And secondly, i strongly despise know-it-alls, especially when they lack the information they need. And lastly, did i make any spelling mistake?

1 Ağustos 2010 Pazar

Ne siteymiş be!

Evet, bir önceki yazım sağ olsun başıma biraz bela aldım. Yazdığımdan beri insanlarla tartışıyoruz. O kadar komik ki durum resmen sen ben tartışmasına döndü olay. Sadece gelen tepkilerden bir örnek vereceğim ki anlayın ne hale geldi diye;

"tmm sen inciye laf ediyon da biz senin fb oyunlarına laf ediyormuyuz hiç?" (alıntı yaptım msn'den)

Ya ben mi yanlış yazdım, yazarken bir yerde anlam kargaşası mı oldu anlamadım. Ben kimsenin kendi sınırları içerisinde yediği haltlara laf etmiyorum. Çünkü bana dokunmuyor ucu. Ama inci'deki sorun benim kullanım alanımı da zehirlemesi. Sonra da bu rahatsız edici hareketlerini başarıymış gibi etrafa sunması, ve aynı davranış üzerinden kendine eğlence yaratması sinir olduğum nokta.

Hayır ikinci anlamadığım nokta, ne zaman ya inci geyiklerine katılırsın ya da dışlanırsın gibi bir durum oluştuğu etrafımda. Hani çok salladığımdan değil, bana inci düşmanı arkadaşlarım yetiyor ama merak ettim sadece.

Herneyse, ekşi sözlük'teki yazarlardan biri benden güzel özetlemiş demek istediklerimi. Ben biraz sinirliyim biraz da şaşkınım kafamı toparlayamıyorum. Adam toparlamış işte, bunu okuyun bakalım~!


28 Temmuz 2010 Çarşamba

İnci kadar başınıza taş düşsün.

Kısa bir yazı daha geliyor.

Ya şu inci sözcük dedikleri olay ne kadar saçma bir şeydir. Seviyesiz ve artık iğrenç geliyor. Hani kabak tadı vermeye başladı resmen.

Özellikle kendisine kıl olmamın nedeni, ne kadar uzak durmaya çalışsam da gelip sevgili arkadaşlarım sayesinde beni bulmasıdır. İstemiyorum dedeleri öğrenmek ya da her lafımdan sonra beyler adam haklı denmesini. Sürekli liseli ergenlerle dalga geçen bir grubun, bu kadar ergen davranmasını anlayabilmiş değilim.

En baştan beri hoşlanmadım aslında inciden. Seviyesiz ve gereksizdi. Sonra "saldırılara" başlayınca vandalizmin de b*kunu çıkardı herifler. Kim bilir ne kadar gurur duyuyorlardır bilgisayarlarının başlarından. Herhalde biz masum izleyicilerin de onları çok yaratıcı, komik ve muhteşem insanlar olarak görmelerini bekliyorlar. Komik değilsiniz. Aksine sizi düşününce aklıma gelen görüntü, fanatik WOW oyuncularını düşününce aklıma gelen görüntü ile aynı.

İşin komik yanı benim kullandığım "Eastern Emoticon" lara laf söyleyen insancıkların şimdi beysiz bir cümle kuramaması. En azından ben paragraf başına bir tane kullanıyordum, özentiler. Facebook'u güya hacklemişler. Sadece bir açık keşfetti, salağın teki. Diğer salaklar da onu takip ettiler. İyi halt yediniz ne diyeyim size. İnternet yasaklarını arttırmaya çalışanların işini o kadar çok kolaylaştırıyorsunuz ki, hepinize madalya takılması lazım.

Neden mi sinirlendim bu kadar? İnternette bir çok grup var. Çoğu hoşlanmadığım ve sevmediğim topluluklardır. Ama hiçbir grup dikkat çekmek amacıyla bu kadar gözümüze sokmuyor yaptıklarını. O kadar mı ilgiye muhtaçsınız be bebeler?

Kısacası toplucana iğrençsiniz.

PS: Sevgili İncici arkadaşlarım, evet inci geyiklerine başladığınızda, sizin de saçınızı yolasım geliyor.

PS2: Diyelim bu yazımı okudunuz sevgili incici arkadaşlarım, boşuna yorum yazmaya kalkmayın inciyi savunan ya da beni kötüleyen. Sadece gözümde değer kaybedersiniz. Gerçi yine de siz bilirsiniz.

Ohh be rahatladım~!

Gitmeden bunlara da bir bak