I am not Alone

21 Haziran 2010 Pazartesi

One Love Rules~!


Hey Mister D.J. put a record on
I wanna dance with my baby
And when the music starts
I never wanna stop
It's gonna drive me crazy

Music makes the people come together
Music mix the bourgeoisie and the rebels

Don't think of yesterday and don't look at the clock
I like to boogie-woogie, uh, uh
It's like ridin' on the wind
And it never goes away
Touches everything I'm in
Got to have it every day


One Love~!

İki günlük bir festivaldi bilmeyenler için. İlk gün biraz tatsızdı benim için, kadın olmanın dezavantajlarından birini yaşıyordum sadece. Zaten sonuna kadar bile kalamadım ilk gün. Ama ikinci gün tam bir efsaneydi. Aylardır bu kadar eğlenmemiştim diyebilirim. Konserleri pek sevmem aslında ama festivallerin yeri ayrıdır kalbimde. Nedeni çünkü konserleri beklerken yapılabilecek bir sürü eğlenceli aktivite var. Huyum kurusun hiçbir zaman sevdiği sanatçı için saatlerce sahne önündeki demirlerde bekleyen insanlardan olamadım.

İşte bunlar benim festival zulamın bir kısmı. Gerçi bir çoğu yolda kayboldu, bazılarının yerine yenileri geldi ama bir zamanlar bunların hepsi birden çantamdaydı. Şimdi sırayla başlayalım anlatmaya. Biliyorum oralarda bir yerlerde saklanmış okumak isteyenler var. ; )

Her ne kadar birinci günün konserlerini kaçırsam da, yine de bir iki cümle bir şeyler yazabilirim bence.

Birinci Gün~!

İlk gün biraz acemiydik ne nerede onu öğrendik ikinci gün rahat edelim diye. Konser alanına baktık biraz ama açıkçası ilk gün gruplarından benim ilgimi fazla çeken olmadı ama S. der ki, "Groove Armada out, Fischerspooner in.". Orada değildim o nedenle bilemeyeceğim ama zaten pek haz etmezdim Groove Armada'dan. Ayrıca Fischerspooner'ın fotoğraflarına bakınca da insanın pek bir sevesi geliyor kendilerini. Gerçi ben Sattas'ı da pek sevdim, solistlerinin tarzı pek bir hoştu.


Gerçi bence birinci günün gruplarından başka ilginç bir yanı daha vardı. Heteroseksüel bir azınlık vardı. Radarlarım yeterince iyi çalışıyormuş onu da anlamış bulunduk.

Air Star'a katılan arkadaşlar bize eğlenceli bir kaç dakika yaşattılar. Kendilerini tebrik etme ihtiyacı duydum nedense. Gerçi Tarkan dansı ne zamandan beri enstrüman olarak sayılıyor bilemedim ama seyirci olarak inandık ve dansı enstrüman yaptırdık.

Birinci gün ile ilgili son bir not da fiyatlarla ilgili olsun. Mojito'ya 20 TL vermek biraz koyuyor açıkçası. Biraların da daha ucuz olmasını beklerdik açıkçası. Efes, birazcık Miller'ı örnek alabilirdi bu konuda. Hazır biralardan bahsetmişken, aslında konserde bedava içki bulmak çok da zor değildi. Gusta, Mariachi ve Efes'in kahve aromalısının bedava ikramları vardı standlarda.

Birinci gün hakkındaki izlenimlerim ne yazık ki bu kadar ile sınırlı.

İkinci Gün~!

İkinci gün biraz yağmur etkisi altında kaldı kabul etmek lazım ama eğlenmemizi engelledi mi? Tabii ki hayır.

Erkenden gittik festival alanına. Sağ olsunlar AKM önünden kalkan servisler işimizi kolaylaştırdılar.

Festival insanıyım dedim ya, başladık teker teker oyunları oynamaya. Langırt'tan hemen vazgeçtik saniyeler içerisinde ne kadar kötü bir oyuncu olduğum anlaşılınca. Merinosla beraber Wii'de basketbol oynamaya gittik. Benim skorum 2 iken, Merinos 6 puan yapmayı başardı. Yenilginin acı tadını hala hissedebiliyorum. Ama kendimi karikatürümü çizdirerek avuttum. Dondurma yalayan Tansu Çiller'e benzemişim dediler. Ama karikatürcü amca gayet başarılıydı sonuçta.

Karikatürcüye el sallayarak veda ettikten sonra, erkeklerle yollarımızı ayırdık. Onlar tırmanma duvarına gittiler biz de Merinos ile şarkı tahmin etmece oynadık. Şaka maka aldım Beck's t-shirt'ünü. Sevgili B. de aldı bir tane. Diğerlerine ise ancak 5 tane güzel şarkı dinlemenin keyfi kaldı.


Parmaklarımızı boyatıp resim çektirdikten, el masajı yaptırdıktan, bulabildiğimiz bütün rozetleri topladıktan ve 2 GB'lık bedava USB'lerimizi aldıktan sonra bira zamanı geldiğine karar verdik. Ama öncesinde Mariachi'nin ilişki kodlu bilekliklerini almayı ihmal etmedik. Yeşil, ilişkiye açık anlamına gelirken; sarı, ilişkim var ama aldatabilirim her an tarzı bir anlam taşıyordu. Kırmızı, ilişkim var
ve başkasını aramıyorum anlamına geliyormuş. Siyah ise yeni ayrıldım mutsuzum demekmiş.

Ne kadar çok değinilecek şey var aslında ve ben hiç birini atlamak istemiyorum. Ne olduğunu tam olarak öğrenmeye vaktimiz olmadı ama Punk'ların kocaman top ile futbol oynamasını sevdik hepimiz. Aslında Punkları daha çok sevdik. Ortalıkta siyah diz altı çoraplarıyla ilginç bir görüntü oluşturuyordular bizce. Keşke o topla da oynamayı unutmasaydık eğlenceli bir şey gibi gözüküyordu..

Bu arada bahsetmeden geçmemek lazım. Asıl Joggling Zone çok eğlenceliydi. Adını bilmediğim saçma bir oyuna saatlerimi harcadım sanırım. Bence adı pıt pıt ama size mantıklı geldi mi bilemiyorum. Rastalı pıt pıtçı çocuğa saygılarımı sunuyorum ve yazıya devam ediyorum. Devam edersek güne, sahnede tam İlhan Erşahin varken, saçma bir yağmur başladı. Şikayet etmiyorum. Yağmurda konserin zevki bir başka bence.




Benim Dare to Dry'ın ne olduğunu öğrenme aşkım yüzünden sığınağımızı terk ettikten sonra yemek yemenin iyi bir fikir olduğuna karar vererek, yemek alanına gittik. Karnımız doydu taklidi yaptık ve yağmur bitince festival alanına dönme vakti geldiğine karar verdik. Bu arada grubumuz büyümüş ve kocaman olmuştuk. Bilirsiniz kocaman grupların sıkıntısını, bir yerden bir yere gitmek zordur biraz. Hep birinin bir tanıdığı çıkar.

Tanıdıklarla daha fazla büyüyen grubumuz, oturmaya oy birliğiyle karar verdi. Ama bütün masalar doluydu ve çimler ıslak. İşte bu sıkıntıda Beck's t-shirt'leri birer kurtarıcı oldular ve piknik örtüsü görevini gördüler bize.

Sophie çıkana kadar oturduk çimlerde. Sonra porselen tanrıça Sophie'ye tapınmaya gittik. Fazla söze gerek yok. Hatun mükemmeldi. Bir saat o dansetti, coştu biz de aynısını yaptık. Tek korkum The Ting Tings'e enerjimin kalmamış olmasıydı ama anlaşılan varmış ki The Tings Tings sahneden inene kadar bir saniye bile sakin sakin durmadım. Sophie'ye geri dönersek; hatunun etek kontrolü süperdi. Sadece iki kere frikik verdi. En sevdiğimiz şarkılarını çalarak da bizi hayal kırıklığına uğratmadı sevgili Sophie. Gerçi bilmediğimiz şarkılarında bile sonuna kadar eğlendik çünkü hatun o kadar başarılıydı. Bittiğinde içimizde hepimizin bir yerlere gidip oturma dürtüsü vardı ama Ting Tings'in aşkına olduğumuz yerde kaldık. Grubun gönüllülerinin getirdiği su ve biralarla ise kendimize gelmeye çalıştık. Bu arada etrafımızdakiler tarafından çeşitli tacizlere uğradık, Sophie'ciler yerlerini The Ting Tings fanlarına bırakırken.


Ve sıra günün son olayı The Ting Tings'de... Muhteşem, muhteşem ve muhteşemdi. İki kişi
kocaman bir orkestra görevi gördüler. Biz de onların bu çabasını coşkumuzu sonuna kadar göstererek takdir ettik. Ancak bazıları fazla coşkulanmıştı anlaşılan. Sevmiyorum sizi ÖSS'den ya da adı artık her neyse ondan çıkmış olan liseli gençlik. Ne diyordu sevgili inci üyeleri? "Beyler, adam liseli!". Bu arada hatunun tarzını özellikle şapkasını grupça takdir ettik. Beğenimizi kazandı kendisi. Ayrıca Türkçe konuşması da sempatik bir hareketti. Gerçekten boktan bir Türkçesi vardı, ama aynen söylediği gibi o nedenle konuşmayı bırakıp bizi dansettirmeyi başardı. Bir an "That's Not My Name" i söylemeyecekler sandık ama bizi hayal kırıklığına uğratmadılar ve son şarkıları oldu bizim en iyi bildiğimiz şarkıları.

Ve böylece bir güzel haftasonu da bitmiş oldu.

PS: Fotoğraf makinemin eksikliğini hissetmemek mümkün değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Fazla gelmeyin üstüme olur mu?

Gitmeden bunlara da bir bak