I am not Alone

Not So Lovely Me etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Not So Lovely Me etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Şubat 2011 Çarşamba

Just Another Day

Şaka maka bitmiş bir senem bu blog'da. 100 kişiden fazla olmuşuz. Hani götüm artık kalkmadıysa kalkar yakında merak etmeyin.

Tatilin son günleri biraz fazla yoğundum. Ama hani sevimli bir yoğunluk da değil, akrabalar, laftan anlamayan anne, ergen kardeş, bir adet baba, ve ders seçimleri vs. Yani sinirliydim, gergindim, etrafımdan da fazlasıyla çıkardım bu sinirimi zaten. Okul açılırım rahatlarım dedim, sevimli yurt odam, manyak oda arkadaşım falan filan. Hem ilk gün akşamı da Jay-Jay Johanson konseri vardı daha ne olsun.

Böyle romantik hayallerim vardı. Ama toparlanmanın ne kadar işkence olduğunu unutmuşum. Sığmadı o eşyalar. Oysa eve gayet az eşya götürmüştüm. Lanet olası alışverişkolikliğim.

Her neyse, konser saatleri. Bronx Pi, dünyanın en boktan konser mekanı, küçücük, kalabalık, rahat değil VE sevgililer günü. Konseri 45 dakika sonra terk ettik desem? Normalde başka bir yere gider dağıtırdık. Ama pazartesi! Ve ben o kadar baymışım ki konserden tek istediğim uyumak. Onun yerine sabaha kadar kitap okudum, işe de yaradı sabaha karşı huzurlu bir uykuya daldım.

Sonra bu sabah. Bari sabah uykumu alayım. Ama yok. Annem sağ olsun. Her neyse gece okula dönmeye kararlı ben bütün gün ısrarla tembellik yapmaya kararlıyım. Akşama yakın evden balık kokuları. Dipnot: Balıktan nefret ediyorum. Kokusu rahatsız ediyor. Çok nadir, çok ısrar edilirse birazcık yiyebiliyorum. Hafta içi sadece bir akşam evdeyim, annem balık yapıyor. Hı hı oldu. Tamam dedim erken gidiyim. Bu arada geç gitmek istememin tek sebebi, trafiğe kalmamaktı. Tam evden çıkıcam, elimde bavul, sırtımda kütük gibi çanta. Anne metroya bırak, yokuşu çıkmayayım şimdi çanta ve bavulla? Hayır. Neden? Evin önünde duran arabayı, çıkarmaya üşeniyorum, yani senin için 2-3 dakikalık bir çaba harcayamayacağım ama yürüyerek eşlik edeyim sana. Ok bye eşliğinde defolup giden ben. Ve sinir krizim.

Off lütfen, yeniden sinirlenmeden anlatabileyim şunu. Evden metroya gittim. Metroya bin, birden Levent'te indim birden, bilinçsizce. O kalabalıkta olmak istememiştim. Hala sinirliydim, ağlamak üzereydim, yorgundum. Kalabalık, üstüme gelen insanlar. Bir şey yapmam lazımdı. Oturdum sadece. Sakinleş. Hayır. Sinirimi yatıştıracak hiçbir şey yok resmen. Arkadaşlarımı arasam, hiçbiri doğru kelimeleri bilmiyorlar. Doğru kelimeler var mı dersen, ben de bilmiyorum onu. Ne yapsam, ne yapmalı? Kendimle savaş içindeyim, çünkü telefonumu çıkartıp, anneme dönüşü olmayacak şeyler söylememe saniyeler var. Şu an bile sınırdayım.

Yazıyı yazarken araya Curly girdi, bütün modumu dağıttı.

O nedenle devam etmek istemiyorum yazmaya ama silmek de istemedim.

17 Ocak 2011 Pazartesi

I missed you, friend.

You have absolutely no idea how much i missed you.

I missed laughing about small things that are not even funny.
I missed making fun of the Curly.
I missed cooking for you, and you cooking for me.
I missed you and I talking loudly in the street and our so-fucking-what attitude that comes with the whole package.
I missed talking about boys with you and chatting about girls.
I missed sharing a good smoke.
I missed depending on you to make me smile.
I missed you getting serious when i actually needed.
I missed you.
I missed you getting jealous over small things.
I missed gossiping about fuck-damn-everything.
I missed you so much that i couldn't write all of these in a short facebook comment.
I missed you.
I missed you.
I missed you.

And quoting you;  missing you and telling how much i missed you is definitely not procrastination. I love you, my friend.

I love you for loving me and love you for being you.

13 Ocak 2011 Perşembe

iamsicksonotitle


 

Kaç gündür yazmaya çalışıyorum buraya, olmuyor. Yazının ortasında bir öksürük krizi, hoop dikkatim dağıldı. Koptu yazı, sonra yazarım.

Yani, evet hastayım. Öyle şık bir hastalığımda yok. Bildiğin grip olmuşum. Olan giremediğim iki finalime oldu. Ha gerçi make-up almama izin verdiler ama sözlü olacakmış onlarda. 0'dan iyidir diyerek kendimi kandıracağım şu an çaktırmayın.

Kaç gündür köh köh köh, ciğerlerimi söküp mikroplara hediye edesim var tamamen. Gerçi bence işe yaramaz hale geldiler ama.

Hasta olduğumu duyan herkes, hele en büyük sıkıntımın da öksürük olduğunu duyunca, başlıyorlar kocakarı ilaç önerilerine. Viskiden, zencefile, tarçına, bala, bla bla bla... Hatta birisi, kendimi hocaya okutmamı bile önerdi. Bir arkadaşım ise hastalığımı başkalarına geçirerek iyileşebileceğimi düşünüyormuş. Önerisi, bir gece dışarı çıkıp herkese french vermem yönündeydi. Eğer ateş tarafından ele geçirilmiş olmasaydım deneyebilirdim.

Hayır, zaten hasta olmaktan nefret ediyorum. Tamam, kim sever ki zaten de? Ben ayrı bir nefret ediyorum. Bir de herkes başıma doktor kesilince iyice deliriyorum. Tabii, doktorculuk oynamaya başlamadan önce hepsi anne rolünü üstleniyorlar: Ben sana demedim mi, o kadar açık giyinme diye?

Ha sanki onlar hiç hasta olmadılar.

Nefret etmemin sebebine gelirsek, neredeyse aynalarla sevişecek durumda olan ben hasta olunca aynadan kaçar hale geliyorum. Öncelikle cildim bozuluyor. Saçım bütün gün yatmaktan normalde olduğundan daha garip bir halde, güzel parfümlerim yerine ilaç kokuyorum. En azından güzel pijamalarımı giymek istesem, o güzel olanlar asla sıcak tutmuyorlar. Anladınız sanırım resmi yaklaşık olarak.

Ne güzel ağlamayı bilirim, ne de güzel hasta olmayı. Hani bazı insanlar grip olduklarında falan, huzurlu bir şekilde yatarlar yataklarında. Ciltleri bembeyaz olmuştur ama yanaklarında ateşten dolayı biraz kırmızılık. Yok ben de öyle şeyler. Gözlerim tavşan gözleri gibi, dudaklarım kupkuru falan. O nedenle asla sevgilim gelse de çorba yapsın tarzı kızlardan olamadım.

Bütün seneyi sağ salim atlatıp final döneminde hastalanan diğer bütün bünyelere sevgilerimi yolluyorum buradan.

Son bir şey, şu ilaçların tadını hala katlanılabilir yapamadılar ya... Boğazımı rahatlatsın diye verilen boğaz spreyinden sonra iki saat o tat gitsin diye öksürüyorum. Bir de, o kadar çok ilaç kullanıyorum ki, bence yemek yemesem de olur. 7 ilaç ne lan! Günde bir tane de değil bunlar...

PS: Sonuncu fotoğraf aslında bir fotoğraf değil. Yeni bir akım başlamış scannography ( ya da scanography) diye. İnsanlar tarayıcıyı kullanarak resim (fotoğraf desem değil, resim desem değil) elde ediyorlarmış. Bunu da denemem lazım bir ara. 


PS2: Geçen ateşim çıktığında, içimden bu şarkıyı söylüyordum da... 

13 Aralık 2010 Pazartesi

Asabiyim ben.

Sinirlendiğimde aşırı tepkiler veriyorum. Sinirlendiğim şeyler çoooook çok saçma olabilir. Ama o saçma şeylere ne kadar tutkuyla sinirlendiğimi görseniz, acırdınız halime.

Çok çabuk sinirleniyorum, çok çabuk yatışıyorum. Ama o arada geçen süre içinde verdiğim tepkiler kalıcı ve yıpratıcı oluyorlar. Bir anda sürekli gülümseyen ben gidiyor yerine tamamen yabancı ve nefret dolu bir insan geliyor sinirlendiğimde.

Yatışmam genelde, aşırı tepkiyi verdikten sonra oluyor. İş işten geçtikten sonra yani. Ör: Sırf bu blog'daki bilmem kaç tane yazı. Altlarına tag koymam lazım: Asabiyim ben!

Karşımdakine uyarı gitse aslında. "Beyni bloke oldu, hatunun, ne desen umrunda değil şu an diye. Hatta söylediklerin sadece onu daha da sinirlendirmeye yarıyor diye. Lütfen 10dk sonra tekrar deneyiniz diye."

Peki, sorunun farkındayım da, kendimle başedebilmeyi öğrendim mi? Hayır. Bu yazı da, denemelerden biridir. İşe yaradı mı? Hayır.

Biri bana, sakin bir anımda sinirlenmek üzerine yazı yazmamı söylesin bari de, düzgün bir şey yazayım.

PS: İnternet üzerinden yazışmaktan da, mesajlaşmaktan da nefret ediyorum.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Feeling Pretty~!

Her dışarı çıkarken annem durdurur ve sorar: "Bu kadar süslenmek niye? Kimle buluşacaksın?"

Cevabım hep aynı olur, zaten kalkmaya hazır olan sağ kaşım kavislenir, gözlerimi deviririm, nefes alır veririm ve bitkin bir sesle: "Ne zaman bir başkası için giyindim ki ben?"


Çocukken neredeyse bütün kızlar bir kaç kez saldırmıştır annelerinin dolabına. Ben o konuda pek şanslı değildim çünkü ben kızlığımın farkına vardığımda hatun da rahatlığın farkına varıp bütün süslü kıyafetlerinden kurtulmuştu. Zaten makyaj yapmayı da pek sevmezdi. Takılar desen, bir çocuğun hayal gücü için fazla yetersiz.

Gizli gizli parlatıcı falan alırdım harçlığımdan kalanlarla. Nedense kızacaklar diye düşünürdüm. En önce parlatıcılara aşık oldum. Sonra göz kalemlerine. Farlardan hoşlanmazdım pek, her tarafım sim içinde kalıyordu.

Ergenliği atlatınca, teyzelerim, annem ve etrafımdaki diğer kadınlar sayesinde asıl öğrendim makyaj yapmayı kendimi palyaçoya benzetmeden. Hala hata yapıyorum ara sıra ama öğrendim sayılır işte.

Herneyse işte, küçüklüğümden beri sevdim evde kimse yokken kendimi süslemeyi. Başkası görsün diye değil. Ben güzel olduğumu biliyim o an ben mutlu olayım diye. Bazen altı üstü Alpu'lara gitmek için 1 saat evden çıkamadığım olur. Günümde değilimdir ve beğenememişimdir bir kıyafet. Umrumda olmaz onların beni her daim güzel bulacak olmaları. Ben kendimi güzel hissetmiyorsam o an çıkmam evden dışarı.

Bugün de öyle günlerden biri işte. Bütün gün evdeyim, malum yarın iki tane finalim var. Ben ise yazın dışarıda çok açılıyor diye giyemediğim loli elbisemle oturuyorum. Şu an üzerimde belki bir daha uğraşsam yapamayacağım kadar güzel bir makyaj var. Hazırlanmam neredeyse iki saatimi aldı ve ne için? Sadece kendimi şık hissetmek için bugün.

Bazılarına göre özgüvensizliği gizleme yoluymuş gibi geliyormuş makyaj ve kıyafetler ardına saklanmak. Yanlış! En azından benim için. Özgüvenle alakalı bir şey değil bu. Kendini şımartmanın, parlatmanın ve süslemenin ne zararı var? Evin dekorasyonunda değişikler yapmak yerine, kendini süslemek gibi bir şey bu.

Biliyorum anlayan insanlar var.

Gerçi makyajın yeri biraz daha farklı. Küçükken birisinden duydum ya da bir yerde okudum: "Eğer gerçek bir hanımefendiysen, yüzünde makyaj varken ağlamazsın." Sanırım şu ana kadar hiç ağlamadım yüzümde makyaj varken. Terden aktı makyajım, ya da üzerime fırlatılan bir şişe sudan, ya da yanlışlıkla gözlerimi ovalamaktan. Ama ağlamaktan hiç akmadı. Koruma mekanizması oldu resmen.

Bu arada kıyafetler için tam tersi de doğru. Eğer o gün havamda değilsem, hiç bir güç güzelleştiremez beni. Olmuyor, kesinlikle yakıştığını bildiğim kıyafetimi de giysem, süper bir makyaj da yapsam tutmuyor bazı günler. Orada bırakırım işi, ve rahat ettiğim bir şeyler giyerim en azından.

Şimdi kardeşim gelmeden şu kırmızı rujumu sileyim de bari, zavallım ablası eve garip garip insanlar atıyor sanmasın.

4 Temmuz 2010 Pazar

Seven Deadly Sins

Hani birazcık internette vakit geçirmiş bir insansanız `blackeri tarafından çizilmiş Seven Deadly Sins hatunlarını görmüşsünüzdür. Görmeyenler ya da bir daha görmek isteyenler için:

**Yazının geri kalanı boyunca sırf kendi kulağıma daha iyi geldiği için tarzanca kullanacağım o nedenle bir açıklama yapmak istedim.
Vanity: Pride: Gurur
Gluttony: Oburluk
Avarice: Greed: Açgözlülük
Sloth: Tembellik
Envy: Kıskançlık
Wrath: Öfke
Lust: Şehvet

Şimdi ne alaka diye soran olursa, deviantArt'taki favorilerimi falan düzenliyordum. Bunları gördüm. Aslında sadece Wrath'ı. Hepsinden bir parça taşıyorum her insan gibi, bazılarından normalden birazcık daha fazla. En azından Katolik inançlarına göre ölümden sonra adresimin fazlaca kırmızı barındırdığı kesin.

Wrath yani öfke: The Story of my Life.

Anlık öfkelerle yaşıyorum bence. Ne demek istiyorum: Anlık bir öfke krizi yaşıyorum. Sonra o sinir anında sesli bildirimlerde bulunuyorum: Seni bir daha görmek istemiyorum artık; Defol hayatımdan; Zor alırsın bir daha para benden; blah blah. Sonra nasıl bir gurur varsa bende. Başlıyor kafamı ütülemeye. Lafı söyledin dönüş yok. Aslında biraz çabalasam belki gururumu yaralamadığıma inandırabilirim kendimi. Ama o sırada tembellik devreye giriyor. "Ne gerek var ya!" diye sesleniyor pek derin olmayan yerlerden. Sonuç mu?

Vanity ve Sloth'un desteği ile gaza gelen Wrath; Lust, Gluttony, Avarice ve Envy'nin onaylayan bakışları altında hayatımı mahvediyor.

Peki mantığı ne bu yazının? Ne anladıysan o der Sloth.


20 Haziran 2010 Pazar

Yorgun ve Çirkin

Aşırı yorgun hissediyorum son bir kaç gündür. Üstüne bir de aşırı çirkin. İki gün önce çok severek giydiğim kıyafetler sanki yakışmıyor artık. Kilo verdim biliyorum ama kilo almışım gibi geliyor yine.

Normalde bu durumlarda bir sevgili bulurdum kendime, o da yalan şu sıralar. İki sebebi var. Birincisi, ilişkiler o kadar karışık ki, ben çıkamıyorum işin içinden. Kim kimi seviyor, kim kimle yatıyor hesabını tutamıyorum artık. İkincisi, pek öyle sışarı çıkma havamda da değilim ki gidip birini bulayım.

Dün One Love'ın birinci gününü rezil ettim kendime. Gerçi ben yapmadım,
vücudum yaptı. Bakalım bugün nasıl geçicek? Kolumu kaldırmaya üşeniyorken akşama kadar nasıl dayanacağım mutlu mesut tavırlar içerisinde?

Üstüne üstlük hava çok sıcak. Sadece kedi gibi kıvrılmak istiyorum bahçede serin bir yere. Yanımda da laptop'um olsun kitabıma devam ediyim.

O zaman muka.

Şimdi giyinip süslenmem lazım. En azından bu kadarını borçluyum sevgili arkadaşlarıma~!

18 Mayıs 2010 Salı

Ayna Karşısında Bir Kedi~!

Çok soruldu bana: Nasıl siliyorsun insanları hayatından bu kadar kolay?

Verebileceğim düzgün bir cevabım olmadı hiç. Öncelikle o kadar kolay olmuyordu, her seferinde geride bir parçamı bıraktım büyük ya da küçük. Sonra devam ettim yoluma. Eksik bir parçanın acısıyla devam edebilmek, peki nasıl devam edebilmişim?

Cevabı sanırım bencilliğimde yatıyor bir de aslında korkaklığımda. Aslında insanlardan kaçmıyorum ben, insanları terketmiyorum. En azından amacım onları terketmek değil. Bıraktığım her bir insan, bana bir şekilde bilerek/bilmeyerek bir acı vermiş. Ben o acının tekrarlanma ihtimalinden kaçıyorum. O kadar korkağım ki aslında sadece bir ihtimal yüzünden insanları arkamda bırakıyorum. Çünkü kendimi daha çok seviyorum başkalarından.

Rasyonel bir karar değil aslında, tamamen duygusal bir seçim. Sadece "normal" değil ki, zaten en son ne zaman "normal" sınırları içerisinde yer alabildiğimi ancak bir yerlerde hayatımı uzaktan izleyen cüceler bilebilir.

Peki bu yazının amacı neydi? Hep başkalarınını yazdım buralarda, birazda kendi çarpıklığımı garipliğimi yansıtmak istedim. Biliyorum ki, yanlız değilim insanları arkada bırakma konusunda. Ben yarı bilinçli bir şekilde devam ediyordum bu davranışıma belki bir çok kişi ise tamamen bilinçsiz bir şekilde aynısını yapıyorlar. Artık adını, sebebini koyup bilinçlendiğime göre sorumluluğunu alma zamanı. Boş boş üzülmemeliyim kısmet diyip olayların arkasından.

Cücelerden bahsetmişken sevgili romanımı yazmaya başladım en sonunda. Bakalım sonu gelebilecek mi bir gün? Sorun kafamda birmiş olması romanın ama yazıya dökerken, yeterince kelime yok, çizerken yeterince çizgi/renk yok. Ama müzikler var en azından.

22 Nisan 2010 Perşembe

Kedi

Kedi ruhluyumdur. Ben böyle dedikçe, etrafımdakiler iyice kedi demeye başladılar. Ben de, sevgi arsızı biri olup çıktım işte. Ama gel gör ki, gelemem dışlandığım ortamlara, sevilmediğimi hissettiğim yerlere. Kalkar giderim ama koşmadan.

Yaklaşık bir 10 dakika önce, hani her zaman güvenle sığınabileceğimi düşündüğüm bir limanımı kaybettim. Elimde tutma şansı verildi bana sağolsun(!), ama dedim ya bu kedi bi garip. Hissetti artık o limanın huzurunun geçmişte kaldığını... Hissetti artık limanın kapılarının ona kapalı olduğunu... Ve güle güle dedi limana kedicik içinden göz yaşları içinde.

Bu kadar mı kötü bir canlı kedicik? Çevresindeki insanlar bir bir uzaklaşıyorlar. Yapabildiği sadece izlemek, hatta bazen çıkmalarına yardımcı olmak, bazen de hayatından zorla çıkartılmalarına izin vermek.

Bencil bir kedi aslında bu. Düşünmez pek çevresindekileri. Bir kaç kişi hariç. Zaten hep onlar yaralarlar bu kediyi, Darbe üstüne darbe indirerek yere yıkarlar kediyi. İşin ilginç yanı kedi artık kalkamıyor yerden, ama daha kimse farkına bile varmadı. Kedi bencil ama etrafındakiler ondan bencil.

Üzgün kedi, sığıncak bir ev arıyo kendine. Huzurlu sandığı evinde huzur yok çünkü. Ordaki insanlar gerçekten sevmiyorlar onu. Ve merak ediyor kedi, kim beni gerçekten seviyor? Sözler anlamsız, hareketler anlamsız. Peki düşünsene sevgili kedi, ya seni gerçekten seviyorlarsa? Bir kez daha güvenir kedi. Bir kez daha yaralarını onarıp ayağa kalkmaya çalışır.

Bu defa da başarılı olabilecek sanırım kedi. Peki kaç defa daha? 9 candan kaçı gitti kaçı kaldı acaba?

Belki de kaçmalı kedi, çevresini değiştirmeli. Kendine yeni yuvalar bulmalı. Ya kimse kabul etmezse kediyi?

Yalnızlık daha kötü olamazki şimdiki durumdan... Umut ışığı yanar o zaman kedinin gözlerinde, aynı zamanda kalbinde bir acı hisseder. Biraz daha taşlaşmıştır kalbi, o ağırlık yapmaktadır kediye. Fazla umursamaz kedi, çünkü, yeni maceralar onu beklemektedir. Ama önce eskiyle yüzleşip, kötü kalpli kurdu defetmesi gerekiyor bu kedinin.

Not: 2 saat düşündüm yayınlasam mı yayınlamasam mı diye... Daha ne kadar kötüye gidebilir ki işler?

28 Mart 2010 Pazar

Kırmızışın~101

Ya eskiden facebook'a rahat rahat fotoğraf eklerdik. Şimdilerde herkesler bir garip oldu, yok elimde içki var, yok elimde sigara var, yok kıyafetim kötü bla bla... Gelmeyin o zaman yanıma, fotoğraf çekmeyi seviyorum çünkü hepsi birer anı, sonra bakıp bakıp gülüp eğleniyoruz. O fotoğrafları yanımızda olmayanların da görmesini istiyorum ve facebook bu konuda gayet de işe yarıyor şimdi laf söylememek lazım. Şimdi ama her fotoğrafta o kadar tepki geliyor ki, hani nefret edesim geldi. Yapmayın kardeşim o zaman. Resim çekeceğimi biliyorsunuz ki zaten artık bilmemeniz imkansız. İçmeyin o zaman sigara, içmeyin o zaman alkol eğer ailenizin öğrenmesinden bu kadar korkuyorsanız. Onlar öğrenince üzüleceklermiş diye yalan söylemek daha mı iyi? Orada kafam karışıyor işte. Çünkü ben öyle yetiştirilmedim. Hani tamam kimsenin annesi/babası mükemmel değil ama en azından benimkiler bana sorumluluk almayı öğrettiler. Evet, kabul ediyorum çok saçma şeyler yapabiliyorum ya da çok yanlış ama her zaman hepsinin arkasında durmayı da biliyorum. Yok eğer sorumluluk almayı bilmiyorsanız da, sözde yetişkin hayatı yaşamaya kalkışmayın. Beni de sürekli darlamayın, çıkın fotoğraf karelerimden. Sorumluluk konusuna bir kaç not daha eklersem mesela, çalışmadığım bir sınavdan sonra kimseye kızmam kendimden başka. "Hoca kazık sordu." cümlesini genel olarak saçma bulurum, kullansam bile ardından gelen cümlem, "Gerçi ben de çalışmamıştım olur.".

İkinci bir konu, insan ilişkilerim çok iyi olmayabilir ama canım sıkılıyor diye insanlardan ayrılmam, onlarla aramı bozmam. Şu an bir çok insanlar aramın kötü olmasının sebebi var. İnsancıl bir şekilde sormayı akıl ederseniz, zaten cevaplarım nedenlerimi. Yarım ağızla sorulan "Ne olduki şimdi?" sorularından nefret ederim, cevaplamam, ya da işi dalgaya vururum. Acaba, canımın sıkıldığını düşünen kaçınız, bir çok arkadaşımla aramın bozulduğuna dikkat ederken, kaç tane yeni iyi arkadaş ve olası dost edindiğimi de gördü?

Eğer birileri benden bir şey talep edecekse, gelip yüzüme söylemesi lazım ve karşılığında da bir şey yapması lazım. Robot değilim ki, kendimi sizin isteklerinize göre programlayabileyim. Ancak karşılığında bir şey teklif ederseniz, istekleriniz yönünde dikkatli olmaya çalışabilirim. Ama, bence insan ilişkileri birer alış-veriş. Sürekli benden bir şey talep ederseniz giderim ki zaten gitmeliyim. Ne işim var beni ben olduğum için kabul edemeyen insanların yanında?

Herkese her şeyi anlatmıyor olabilirim ama hiç dönüp kendinize bakmayı düşündünüz mü? Belki de herşeyi sindirebilecek kadar geniş ve rahat bir insan değilsinizdir.

Zzorlama bir şirinliğim olduğuna inanmıyorum. "^^, T_T, @_@, O_O ve ~" gibi işaretleri sevmem ile manga sevmem tamamen alakasız bir rastlantıdır. Japon sevgim ise, sanırım 5 yaşında başladı. Kültürleri falan çok ilginç ama aslında o kadar da sevmem. Sevdiğim kısımlar fiziksel görünüşleri. Güzelleri tam oyuncak bebekler gibi oluyorlar. Şirinlik konusuna dönünce, içimden gelince viyaklarım, kendim de rahatsız olurum, sus dendiğinde, susmak için görülebilir bir çaba sarfederim, genelde de başarılı olurum ya da ortam değiştirim kendimi odama kapatırım. Arada salak bir şekilde konuştuğum olur, mantığa davet ettiğinizde bozulurum bozulmasına ama düzeltirim konuşmamı ama tavır önemli. Genelde nedeni canımın sıkılmasıdır. Bir de, hala bir çocuk olmam. İçimdeki çocuk hala fazla güçlü bir çok konuda.

Hayalgücüm çok geniştir. Elfler, cüceler, periler ve benzerleri benim için gayet somut varlıklardır. Çok mu rahatsız oluyorsun, bence arkadaşlığı kesmeliyiz, çünkü benim kocaman bir parçam hayalgücüm. Farkında mısınız bilmem ama yeni tanıştığım insanlara bahsetmiyorum elflerimden.

Dekolte giymeyi seviyorum. Giyiyorum. Giymeye devam edeceğim. Çok abartı olmadığı sürece, eleştirilerin/uyarıların benim için önemsiz olacaktır. Hatta ve hatta, gözümde değer kaybedersin.

Eğer sonuna kadar okuduysan teşekkürler. Arkadaşlığımızı kesmek istiyorsan keyfin bilir. Beni üzersin, ama anlarım. Bir de bu yazı tek bir kişiye hitaben asla değil, etrafımda bana karşı aynı yanlış davranışlarda bulunan o kadar insan var ki, hepsiyle arkadaşlığımı kesmektense, böyle uzaktan belki anlarlar ümidiyle genel olarak her şeyi yazdım. Yüzyüze konuşmak isterdim, ama sinirli bir insanım, ters bir tepki veririm, ortam gerilir, arkadaşlık tamamen biter. Korktum. Sanılanın aksine çevremdeki insanları sıkılınca değiştirmek istemiyorum.

Yazın yeni tanıştığım bir kızla aramda geçen konuşma geldi aklıma, aktarmak istedim. Ne kızın adını hatırlıyorum ne de tipini ama konuşma beni birazcık etkilemişti.

"Kız: Ne okuyosun?
Ben: Aile soruyla endüstri mühendisliği, bana kalsa VA okurdum ama nerde işte. (Geçen yaz ki klasik cevabım buydu. )
Kız: Nasıl ailenin zoruyla?
(işte ben de ailemin nasıl istemediğini, Endüstriye bile burun kıvrılarak bakıldığını falan anlattım.)
Kız: Seçsen ne olur peki?
Ben: Para sorun, tamam okuldan burs alıyorum ama ya yurt ücreti ya yemek, yaşam?
Kız: Çalışmayı denesen?
(İşte nasıl okulun uzak olduğunu falan anlattım. )
Kız: ÖSS ye yeniden gir ve başka bir üniversiteye git? Daha rahat çalışırsın ve istediğin bölümü okursun.
Ben: ............. "

İşte böyle bir konuşmaydı. Kendimden ve korkaklığımdan uzun süre nefret ettim. Sorumluluk konusuna ek bilgi olsun diye yazdım buraya. Bu arada, artık mühendis olmak zorunda değilim.

Kırmızışından sevgilerle^^




3 Mart 2010 Çarşamba

My Lovely Personality (?)

Disorder | Rating
Paranoid: Moderate
Schizoid: Low
Schizotypal: Moderate
Antisocial: High
Borderline: Low
Histrionic: Moderate
Narcissistic: High
Avoidant: Low
Dependent: Low
Obsessive-Compulsive: High

URL of the test: http://www.4degreez.com/misc/personality_disorder_test.mv

/* Çok eğlenceli bir kişiliğim varmış onu anladım. */

Gitmeden bunlara da bir bak