I am not Alone

Phantom from the Past etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Phantom from the Past etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Aralık 2010 Çarşamba

Berry

Geçen sene bu zamanlarda delicesine yağmur vardı İstiklal'de hava zaten soğuk. Bebek kişilikli sevgili berry'miz 19 oldu diye biz de, yaklaşık 10 kişi o mekan bu mekan dolaşıyorduk. Keyfimizden değil de, hatun mekan beğenememişti. Doğumgünüsü diye de laf edemedik ya. Gecenin özeti de benim için, yağmur-vestiyerle kavga-görevlilerle kavga-ve giren hesaplara rağmen saf mutluluktu.

Şimdi yine onun doğumgünü de, hatırlayıverdim. Gerçi kendisi uğramaz buraya pek ama...

Hüzünlendim şöyle bir an şimdi. Ne kadar çok şey değişti, ne kadar çok şey gidiverdi. Pişman değilim ama bazen  keşkesiz de yapamıyor insan. Keşkem de şu: Doğumgünlerinde 2 sene öncesine ışınlansak mesela.

Berry'in çocuksu ruhuna bir kadeh lütfen o zaman~~

10 Ağustos 2010 Salı

Yaşlandım mı ben?

Yaşlanmışım be azizim ben... Yoruyor artık gece çıkmak...
Bir yere dans etmeye gittiğimizde hiç bir zaman en güzel dans eden ben olmadım. En komik de ben değildim. Mekandaki en alımlı ya da güzel insan olmaya çalışmadan vazgeçtim. Ben sadece en içten eğlenen insanlardan oldum hep... Her bir gece, unutulmamacasına aklımda. Sonu kötü bitenler, hiç olmaması gerekenler ve hayatımın en güzel geceleri...

Rutin belliydi: Git ve ucuz içki bul, sarhoş ol, dans etmeye git. 3 aşamalı kolay bir plan. Zaten sarhoş bir bünyem var, içmesem bile sarhoş oluyorum tam anlamıyla. O nedenle fıçı gibi içerdim, sarhoşluk üst sınırına ulaşmama uzak mesafeler olduğu için. Tam çakırkeyif kafa ayarı yani. Hayata, benim durumumda, kırmızı gözlüklerle bakmak. Sadece ben ve grubumdaki insanlar olurdu. Doya doya eğlenirdik. Sonsuz bir enerji. Tam yeter artık dediğimiz anda en sevdiğimiz şarkının çalmasıyla bir anda üstümüze gökten enerji yağardı sanki. Böyle gecelerde umursamazdın yanındaki güzel kızları, çocukları... Ben ve biz var olurduk sadece kocaman balık istifi mekanda.

Peki şu an durum ne? Sarhoş olamıyorum. Çünkü canım içmek istemiyor. İçkiden soğudum, eğlenmek için içkiye gerek olmadığını düşünen burnu kalkıklar sınıfına girdim. Artık sakin sakin eğlenen grubun bir parçasıyım. Bir yandan potansiyel güzel insanları gözetliyoruz bir yandan da o delicesine eğlenen, diğer insanlardan farklı bir dünyada yaşayan o kalabalık gruba gıpta ediyoruz. Kendimi piste atmaktansa, sakin sakin içkimi yudumlamak istiyorum. Hatta yeter artık hadi açık hava bir yerde oturup kahve/çay içelim diyen insan oldum.

Sen söyle, ruhum mu yaşlanmış benim be?

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Hortlayan Geçmiş~!

Kaçınızın her türlü çılgınlığı yaptığı bir dönemi oldu?

İlginç bir hayatım oldu diyelim şu ana kadar. Bir çok şeyin tadını erkenden aldım, bir çok şeyden erken bıktım. Ama yaptığım hiç bir şeyden büyük bir pişmanlık duymadım. Ancak ufak keşkeler oldu arada sırada.
Pişman olmadım ama bu demek değildir ki, gurur duyacağım şeyler yaptım ve yaşadım. Ama hepsini geride bıraktım ya da bıraktığımı sanıyordum. Oysa farkına vardım ki, aslında benim bütün kalınıtılarını yok ettiğim sevgili geçmişim, beni bu ana kadar takip etmiş ve sadece ortaya çıkacak en uygunsuz anı bekliyormuş. Her şeyin yoluna gireceğine inandığım bir anda, birdenbire her şey elimden kayıp gitmeye başladı sanki.

İrademin son gücünü kullanarak reddetmeye çalıştım o geçmişin hortlamasını bir insanın teninde. Sonuna kadar direndim, sadece hala ne kadar zayıf olduğumu kendime kanıtlamak için.

Düşünüyorumda, eğer yukarıda bir tanrı var ve o tanrı eğer ayarlıyorsa hayatımızda tesadüf dediğimiz şeyleri, kendisinin çok çarpık bir eğlence anlayışı var.

Peki ne yapmalı bu hortlayan geçmişe karşı yoksaymayı beceremediğime göre?

Hide&Seek



*Kırmızı kedi kalkar yerinden. Yatağın altına girer ve orada saklanmaya karar verir bir süre için.*

4 Temmuz 2010 Pazar

Eski...

Düşünüyorum da, ne belalı bir geçmişim var kardeşim ya. Sürekli yarım bırakılmış ilişkiler, olaylar. Bir şeyi de adam akıllı kapatmayı becerememişim. Her yerden bir ucu dokunuveriyor alakasız zamanlarda. Şimdi, bir kaç haftadır fazla bir geçmişe maruz kaldım. O nedenle bir kısmını biliyorum. Kim bilir bilmediğim kaç yarım ilişkim vardır, böyle alakasız bir anda hortlayıverecek.

Bunu okuyorsan, ve senle bitmemiş bir işim olduğunu düşünüyorsan, gel bir zahmet konuşalım. Hani diyorlar ya, ya şimdi konuş ya da sonsuza kadar sus. Aynısından işte de, külahlarınıza anlatıyorum sanırım.

Veee bir saçmalamaca daha burada biter.

Bitirmeden önce, hani şu blog'umun arka planı varya. İşte kendimi ordaki kız gibi hissediyorum aslında. Zaten görünce aşık olmuştum resme.

PS: Olmuyor benden güzel bir başlık çıkmıyor, çıkamıyor. Zaten gerçekten acı çekmeden de yazamıyorum.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Say Cheeese~!


Once upon a time there was a tavern
Where we used to raise a glass or two
Remember how we laughed away the hours
And dreamed of all the great things we would do
Those were the days my friend
We thought they´d never end
We´d sing and dance forever and a day
We´d live the life we choose
We´d fight and never lose
For we were young and sure to have our way.


......

Canım sıkıldı facebook'a koyduğum albümlere baktım. Hepsine tek tek bakmak birazcık imkansız ama en azından hepsine göz gezdirebildim.

Fark ettiğim şeyler:

1) Saçım ne çok şekil ve renk değiştirmiş yaklaşık 2 sene içerisinde. Her ton kırmızıyı hatta zaman zaman pembeyi görmüşlüğüm olmuş. Saç modellerine gelince, emodan tiky sınırına kadar onlarca model.

Aslında normal. Her zaman o en ufak bir sıkıntıda saçlarıyla oynayan kadınlardan oldum. İlk sevgilimden ayrılınca mesela, erkek gibi saçlarım olmuştu. Öyle üzerinde fazla düşünmem de, 10 dakika içinde karar veririm, kuaförüme gider ve yaptırırım. Yakışmazsa diye de düşünmem hiç. Elbet yakışan bir kullanımı vardır. Olmadı güzel bir makyaj ile dengelenir.

2) Kıyafetlerim gittikçe açılmış orası kesin. Geçen birisi sorma akıllılığını göstermiş neden dekolte diye, resmen dumur oldum sustum kaldım. Sonra sakin sakin düşündüm. Her şeyden önce dekoltemi seviyorum. Sevdiğim şeyleri de paylaşmak istiyorum. Hem görüntü kirliliği yarattığımı da düşünmüyorum, zaten aşırı açıldığımda etraftan gelen "Hande! Memeee!" bağırışları ile üstüme çeki düzen veriyorum.

Sonra, açıkçası güzel bir eleme sistemi. Gözler mi, göğüsler mi? Nereye odaklanıyorsunuz ben konuşurken?

3) Fotoğraf makinemi tam kapasite kullanmayı anca öğrenebilmişim ama işte o da hemen bozuluverdi.

4) Çok eğlenmişiz her albümde onun farkına vardım, hiç bir üzüntümüz yansımamış resimlere. Sanırım fotoğrafların en güzel özellikleri de bu, güzel anlarımızı hatırlatıyorlar bize. İşte onlardan bir derleme:



PS: Bir de şu alttaki tepki şeylerini değiştirmek istiyorum ama nerden yapılıyordu unuttum.

9 Haziran 2010 Çarşamba

Bir senem nasıl geçti?


When I get older, I will be stronger,
They'll call me freedom, just like a Waving Flag,
And then it goes back, and then it goes back,
And then it goes back
...
So we struggling, fighting to eat and
We wondering when we'll be free,
So we patiently wait, for that fateful day,
It's not far away, so for now we say

...

Malum öğrenciyim. Bana göre öğrencinin senesi haziranın ortasında biter, eylülün ortasında başlar. 1 Ocak sadece içilecek başka bir gündür. Şimdi finallerim bittiğine göre, benim senem de bitmiş oluyor. Peki bir sene boyunca neler oldu bakalım? Olayları sıra sıra yazmak isterdim ama o ışığı göremedim kendimde. Öncelik sırasıyla da yazmıyorum. Aklıma geldiği şekilde...

En önce artık mühendis adayı değilim. Uzun uğraşlar sonucu en azından asıl istediğime daha yakın bir bölümdeyim. Asıl isteğimin ise üniversite de olmadığını anladım. Hep derlerdi üniversite araç, amaç değil diye. Yeni yeni anlıyorum işte ben de.

Fotoğraf makinemin içine şeytan girdi. Ya insanın makinesi durduk yere titrer mi, bir kaç fotoğraf çektikten sonra? Ama iyi kullandım kendisini facebook şahidimdir.

Aylarca Alice in Wonderland bekledim. Tim Burton beni hayal kırıklığına uğrattın ilk defa. En sevdiğim masalı daha güzel anlatmanı beklerdim senden. Sanki tekrar etmeye başladın kendini. Öte yandan "7 Kocalı Hürmüz" ile mutluluğun doruklarına ulaştık. Ezop'u seviyoruz kısaca. Iron Man 2 ve Sex and the City 2 hala izlenilecekler listemde. Scarlett'ın filmlerini tekrar tekrar izlemekten bıktım, Iron Man 2 ile en azından bir film daha eklenmiş olacak Scarlett filmleri listesine. Gerçi "Vicky Cristina Barcelona" nın her daim gideri var ama yenilik iyidir. Sex and the City 2 yasaklandı. Ülkemi ve ülkemin genel dinini sevmediğimi daha önce de söylemiş miydim?

Yasak derken, sevgili ülkem google'ı yasaklamanın akıllıca bir hareket olduğunu düşünmüş olmalı ki, google artık yasak.

Baykal'ın pornosunu izledik daha ne olsun aslında. Yazık oldu gerçi bu nedenle bıraktı koltuğunu ama gitmesi de lazımdı artık zaten.

Hayatıma fırtına gibi giren muhteşem insanlarla tanıştım. Merinos'a sevgilerimi iletiyorum buradan.

Bir kez daha aşık oldum. O da mahvoldu gerçi. O nedenle yeni bir karar aldım: Birinden hoşlanınca yatağın altına saklan ve geçinceye kadar orada bekle. Nasıl?

Artık daha bir cesurum daha bir açığım daha bir kendime güveniyorum. Ve ne yazık ki daha umursamazım. Elimde olmadan kırdığım insanlardan özür diliyorum. Herkesler üstüne alınabilir bunu.

Türkçe'm artık daha iyi gibi, blog sağ olsun. İzleyicilerin önemli bir faktör olduğunu düşünmemiştim daha önce.

Dil demişken, yıllardan beri planladığım kitaba başladığımı söyledim mi? Hem de çizimlerini de yapıyorum kitabın. En azından kafam boşalmış oluyor.

Gerçi beni pek ilgilendirmezdi ama Lost bitti sonunda. Her hafta teori dinlemekten gına gelmişti resmen.

20 yaşıma girdim. Sandığım gibi depresyona da girmedim yaşlanıyorum diye. Aksine yeni yaşımı olgunlukla karşılıyorum. 20 yaşında kocaman bir kadın oldum. Çocuk denmiyor bana artık. Unutmadan bayan değil kadın.

Bu seneki konserleri duydun mu? Sırf onları saymaya kalksam ayrı blog yazısı çıkar. Ama Mika ile başladık, Eric Clapton ile devam ediyoruz.

Ne yazık ki insanlar hala acımasız. Savaşlar azalmıyor, azalmadılar.

Gülçin'in başarısını duymayan kaldı mı? Hatun yönetmen olma yolunda ilerliyor kocaman topuklu ayakkabılarla, iz bıraka bıraka. Ve kurt kırmızı başlıklı kızı kapıverdi.

Gözlerimi mavi yapmaya karar verdim. Gözlerim isyan etti neredeyse kör oluyordum.

Aklıma ilk olarak gelenler bunlar. Biraz serbest çağrışımla biraz ıkına sıkına anca bu kadar. Eminim unuttum çok önemli bir çok olayı ama yapacak bir şey yok artık.

PS: Çok merak ediyorum gerçekten okuyan birileri var mı?
PS2: Bir de, birazcık resim koymaya mı başlasam acaba çok mu renksiz?

Gitmeden bunlara da bir bak