I am not Alone

31 Ekim 2010 Pazar

Üşenmedim Gittim Tüyap'a!


Sanmayın başlık, kitapları sevmediğimden. Sadece üşengeçlik sorunum var.

Bildiğin ayaklarım sızlıyor şu an. Dur hesaplayacağım, bugün minimum 7 saat ayaktaydım, sevgili topuklu ayakkabılarımla beraber. Olay ne? Tüyap.

Aslında planlarıma göre cumartesi günü gitmem gerekiyordu. Ama ilk plan değişince, sonradan yaptığım planı da, cumartesi günü aniden tembellik hissederek iptal ettim. Sonra pazar oldu. Sabah erken de uyanınca, bir gaz oldum. Haydi Tüyap'a! Anneciğe sordum o da hemen hazırlanmaya başlayınca, attık kendimizi yollara.

Tam metronun orada karar verme aşaması, Taksim'den Tüyap otobüsü mü yoksa metrobüs mü? Şansıma metrobüsü seçtik. Yoksa bomba saatlerinde Taksim metrosundan çıkıyor olacaktık. Her neyse sırtımda boş çantam, kulağımda kulaklık, elimde telefon, ve ayağımda topuklular. Ne alaka lan?! Bak açıklayayım, o kadar kadınım ki, rahatlıktan önce güzel gözükmeyi düşünüyorum. Hem yeni hevesim topuklu ayakkabılar. O nedenle giydim Oxford'ları, düştüm yollara. Nasılsa gayet rahat, canım acımadan yürüyebiliyorum.

Bu arada ilk defa bindim metrobüse. Evet, bu kadar da sosyetiğim. Sanırım pazar günü diye, pek bir boştu. Ama inanılmaz hızlı bir şekilde kendimizi Avcılar'da bulduk. Avcılar'dan fuar alanına gitmekle, Zincirlikuyu'dan Avcılar'a gitmek süre olarak aynıydı desem?

Sonra fuar alanı! Bu arada yolda ne kadar Outlet AVM vardı be! Hepsini not ettim beynime. Her neyse bir sigara molası sonra içeriye giriş. Üstüme doğru gelen kameradan kaçıverdim güzel bir hamleyle. Facebook çıktığından beri korkar oldum kamera ile konuşmaktan. Rezil olmak var bilmem-kaç-milyon insana.

Salon 2! Yorulmamış, taze fuar insanı modu ya. Her şeye bak sonra alırım diye uzaklaş. 3 alana 1 bedava. Tanesi 5 TL. 25% indirimler... Fazla renk. Aha yolumu şaşırdım. Tam salon 2 bitecekken: Alice Harikalar Diyarında kitabı!

İçime doğdu bir önceki yazıdan sonra. Hiç düşünmeden al derken, Aha Margaret Weis. Hmm neredeyim ben? Laika! Şimdi durum şu: Fantastik kitaplar var. Fantastik kitap almam lazım. Adam satmaya istekli-ben almaya. Ama kitap yok. Okudum, okudum, 6 kez okudum, Arrgh nefret ederim, sıkıcı, geç, geç, okudum, okudum. Çocuğun tipi iyiydi de, hadi sözüne güvendim aldım bir iki tane daha kitap. Ama beni sevmediğim çizgi romanlara başlatmak istediler, cıks dedim prensiplerim var benim. Mangaların üstüne gül koklamam. Bu sefer manga önerdiler. Diyalog daha komik oldu: Okudum, 3 defa okudum, çevirdim, okudum, edit'ledim, okudum, Arrgh neden Türkçe bu? (Türkçe'ye kastım olduğundan değil, sadece Türkçe'ye çevirirken sağdan-sola okunan mangalar soldan-sağa okunur hale getiriliyor, ona kıl oluyorum.) Öyle karşılıklı gülüştük, muhabbet ettik bir süre ve kaçtım ben sonra, daha çok yer var nasılsa.

2. Salondayız hala. Tam köşede çizgi romancı. Aha eski X-Men'ler. Tek sevdiğim ve uzun zamandır okumaya niyet ettiğim çizgi romanlar.
-Ne kadar tanesi?
-1TL.
-Cilt ne kadar?
-5TL.
- Ver bakayım sen bütün ciltleri oradan.
Hmm biraz fazla oldu gibi ama neyse, yola devam. Daha 3. sezon var oralarda bir yerlerde. Ama önce yemek.

Fazla kalabalık, Az yer, Yavaş hizmet, Ve teyze ruhlu insanlar: Yemek alanı. Daha fazla kelime tüketmeye gerek yok sanırım.

Sırada 3. Salon. Aslında cumartesi gitmek istememin sebebi sevgili Twitter ünlümüz samihazinses idi ancak tembelliğim nedeniyle yalan oldu. Tam önünden geçerken yine bir kalabalık. Kim var: PuCCa. Kabine koymuşlar hatunu. İmzalıyor yüzü gözükmeden. Şeytan diyor koy fotoğraf makinesini çek resmini. Blog yazmaya devam etse merakıma yenik düşüp yapardım da, şimdi köşe yazarı olup çıktı başımıza, ilgi alanı dışında kaldı. (Köşe yazarlarını okumadığımdan değil de, sadece çok sınırlı bir köşe yazarı zevkim vardır.)

Devam et yola. Pegasus ve Metis. Sevinç nidaları! Pegasus'a dal. Zaman Çarkı'nın kitabı ne zaman çıkacak? Pooof nasıl ertelenmiş yaaa! Sonra elden ne gelir dedik ve diğer kitaplara bakıverdim. Satan çocukla beraber. Benimkitaplar hakkındaki bilgim ondan daha fazla olunca bana satması biraz zor oldu ama işte bir orta yol bulduk. (Bknz. Almaya Hevesli Müşteri) Ayy sonra kafamı bir çevirdim yanımda tonton bir nine. Gedik Savaşları serisi ile ilgileniyor. Kadın sadece bir kitap alacakken olaya müdahalem sonucu, 9 tane Gedik Savaşları Serisinden, 2 tane'de Zaman Çarkı serisinden aldı. Okumanın yaşı yok! Teyzeye sevgilerimi göndererek ayrıldım oradan.

Sonrası: Biraz daha dolan, biraz daha al. Biraz daha dolan. Aha sahaflar! Hmm bakalım bir içeri. Gözlerim kalp-kalp oldular resmen. Servet-i Fünun gazetesi var ortalıkta ya. Fiyatını sormaya bile çekindim.

Daha fazla bakmaya ayaklarımdan isyan çığlıkları yükselince, otobüs, metrobüs, minibüs ile eve dönüverdim.

Banyomu yaptım, yazımı yazıyorum unutmadan ve kelimeler kaçmadan. Sonra taaaa Tuzla'ya gideceğim. İstanbul turu baştan sona?

Şimdi geldik kısa kısa notlar yazının akışı içine sığdıramadığım:

-Ya Tüyap iyi güzel de, çok karışık bir düzen var içeride. Ne olurdu şöyle bütün çocuk kitaplarını bir araya toplasaydınız? Hem çocuklara çarpıp durmazdık hem de okul grupları koridorları fazla meşgul etmemiş olurdu.

-Yaa ne kadar çok dini yayın var ortada? Aynı şeyi yazıyorsunuz sonuçta. Birleşip tek bir yer açsanıza?

- Sakallı amcanın teki tipime bakıp "Tövbe tövbe" dedi yine. Ne terslik var bende?

- Mantıklı düşünün, O göt kadar yemek yeri kime yetecek?

-Green Peace ve UNICEF'ci insanlar: Korkutuyorsunuz beni artık!

- Fuar alanını terk eden her 3 kişiden 1inde Uykusuz posteri vardı. Hatta bazılarında sadece o vardı.

- Ali Nesin'den fırça yedim.

- Sanat kitaplarıyla ilgileniyor olmam, sanat ile ilgili bir şey okuduğum anlamına gelmiyor. Lütfen ekonomi deyince hayal kırıklığına uğramayınız. Genel Kültür diye bir kavram var.

- Ya bir de, hani kitap okumayan millettik, o kadar insan nereden çıktı peki?


Hmm sanırım yeter bu kadar. Any Question?



PS: Biri gelsin yardım etsin şu eşyalarımı yerleştirmeye! Göçebe hayatı zor iş!
PS2: Yazı biraz(!) uzun olmuş. Yazının sonuna kadar gelebilen sevgili okur, seni seviyorum!

30 Ekim 2010 Cumartesi

Why is a raven like a writing desk?

Bildiğiniz gibi en sevdiğim masal "Alice in Wonderland"dir. Gerçi kendisi ne kadar masal sayılıyor bilmiyorum ama çocukluğumda Disney'den en çok sevdiğim hikaye idi kendisi.

Son bir kaç sene içinde ise, Wonderland'e kaçma dürtüsü oluştu bende. Red Queen ile White Queen'in kavgası arasında kalayım, Mad Hatter ile çay içeyim. Ortalıkta tavşan kovalayayım. Sonra her şeyin rüya olduğunu anlayayım. Yüzümde hafif buruk bir gülümsemeyle uyanayım.

Her neyse, geçen sene hele doruk noktasındaydı heyecanım. Sevgili Tim Burton'ım "Alice in Wonderland"a el atmaya karar vermiş. Hem de gözde oyuncularıyla birlikte. Gerçi film tam bir hayal kırıklığı oldu benim için. Red Queen ile Queen of Hearts bir karakterde birleşmiş gibiydi. Mad Hatter desen "Willy Wonka"nın kılık değiştirmiş haliydi sanki. Hele sonda çalan Avril Lavigne salondan kaçma isteği uyandırmıştı bende. Olsun dedim, altı üstü bir film. Değiştirmedi ya kitaba olan sevgimi.

Ama aramaya devam ettim. Ve daha önce bir çok kez daha filminin çekildiğini gördüm. Neredeyse hepsini de izledim sanırım. SciFi Kanalının çektiği "Alice" kesinlikle ve kesinlikle izlenmeli. Tim Burton uyarlamasından iyi olduğu kesin. Olay örgüsünün aynı olmadığı ortada ama karakterlerin asıl ruhları iyi yansıtılmış.

Sonra film maratonum bitince, yine küllendi Alice aşkım. Ancak bir çarşamba günü gayet sıkıcı fotoğraf tarihi dersinde, ellerine ilk defa kamera alan adamların 'eser'lerine bakıyorduk. Fotoğrafın altında gördüğüm isim, bir yudum çayın katil olmasına yol açıyordu neredeyse.

"Lewis Carroll, Edith, Lorina and Alice Liddell, 1859, Albumen"

"Lewis Carroll, Alice Liddell, 1858, Albumen"

Hani kendi kendime geri zekalı demek zorunda kaldım. Carroll hakkında, adamın şiirlerini düşünce yapısını, kişiliğini, olası çocuk tacizi suçlamalarını araştırıp da, nasıl fotoğraflarına bakmadım hiç. Alice'in gerçek bir karakterden uyarlama olduğunu bilip de nasıl araştırmadım. Utandım resmen.

Bu iki fotoğrafın ardından gelen fotoğraf ise üzücüydü birazcık. İşte karşınızda yaklaşık 20 yıl sonraki Alice:

"Julia Margaret Cameron, Alice as a young woman, 1872, Albumen"

Hayattan kopuk bakışlar... Sanki artık bu dünyaya ait değilmiş gibi. İfadesiz bir yüz. Ruhu Wonderland'de tutsak kalmış gibi.

Yani genel olarak pek sevimli yazarım hakkında çocuk tacizi iddialarını kulak ardı ediyordum da, sanırım bu fotoğraflardan sonra da biraz zor. Gerçi mezarında 7 takla attırmayalım şimdi adama arkasından konuşarak.

PS: Dün gece bir konu gelmişti aklıma, sevmediğim şeylerin ne kadar çok olduğuyla ilgili aslında ama uyanınca getiremedim kelimeleri bir araya.

PS2: Blog çok mu renksiz olmaya başladı?

22 Ekim 2010 Cuma

tak tiki tak tiki tak tiki tiki tiki tak

Zaman göreceli bir kavram. En azından algılayaşımız onu.

Hani bazen derste 50dk geçsin diye, başlıyorum saymaya 1'den 3000'e kadar yolu var nasılsa. Hadi diyelim ders bitti. Ama sözü bitmiyor ya hocanın. İşte o uzayan 2-3dk ölüm gibi resmen. Her dakika 1 sene gibi.

Kendimi kandırıyorum resmen saate bakmamak için. İçimden 60'a kadar sayıyorum öyle bakıyorum ki, en azından 1 dakika daha geçmiş olsun.

Mesela kalmış 14 dakika dersin bitmesine. Kendimi 16 dakika kalmış gibi ayarlıyorum ki, erken bitti diye sevineyim.

Zaman geçmeyen yerlerden bir diğeri kuaförler. Zaten şam şeytanı gibi oturuyorum orada. Saçlarda garip pembe bir madde. Adam da kalkmış flört etmeye çalışıyor. Ben de yüzümde zoraki bir gülümseme, dakika sayıyorum yine.

Ama yok, dışarı çıkmama 1 saat kala hazırlanmaya başlıyayım kesin geç kalırım. Çünkü zaman gereğinden fazla hızlı geçer.

Biri bana istediğim herhangi bir süper gücü verse kesin zamanı kontrol etme yeteneğini isterdim. Bak yazıyorum buraya, işte o zaman dünyayı kesinlikle ele geçirebilirdim.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Start Wearing Purple

Bugün "Purple Against Homophobia" diye bir event vardı facebook'ta bilmem gördünüz mü? Biz de kendi çapımızda giydik morlarımızı. (Bütün dolabımın siyah üzerine kurulduğunu düşünürsek, mor elbisemi görünce dolapta sabahın köründe çocuklar gibi şen oluverdim)

Aslında bir de resim çekmem gerekiyordu ama, ne biliyim ben ya, şimdi git resim için poz ver falan gereksiz işler. Biraz üşengeç takılıyoruz şu günlerde ben, keyfim ve kahyası olarak.

Ha kısacık yazımı bitirmeden önce;
* Şimdi ben asosyal olmaya karar verdim. İnsanlar genel olarak canımı sıkmaya başladı. Havadandır.

* Heroes kadar sikko bir dizi daha olabilir mi? Yani madem o kadar benzer şeyler yapacaktınız bari adı X-Men olsaymış.

* Onu geçtim de, Lost Girl ne güzel bir diziymiş yaaa.

* Bir de kendimden utandım Ursula Leguin'i daha önce okumadığım için.

*Bu da son olsun: Hepinize sevgiler sevgili mühendislerim, eğer mor pijamalarımla oturuyor olmasaydım koşa koşa gelir sarılırdım size.

PS: Tahmin edin kafamda hangi şarkı çalıyor?

18 Ekim 2010 Pazartesi

Lets Do It Blind~!

Bazılarına ilham ya kaçarken ya sıçarken gelirmiş. Yok bana anca yatağa yatınca geliyor. Kafamı koyduğumanda düşünceler uçuşmaya başlıyor oradan buradan.

Konu ne bu sefer: "Blind Date" ve benzerleri.

Oldum olası kıl olduğum bir olaydır bu aslında. Karşındaki hakkında bir bok bilmezsin. Elinde olan azıcık bilgiye göre kendini hazırlarsın. Alakasız bir insanla karşılaşırsın. Hele mesela Suluelma'mım bana insan ayarlamasına izin versem bir, gelen tipler nasıl bir beklentiyle gelecekler ondan korkuyorum mesela.

Pek öyle Tiky gibi gelmiyor sesim değil mi oralara? Tamam bir adet alışverişkoliğim ama yoktur aram Tiky kavramıyla.

Herneyse tipintoşun teki git bana yüzyılın Tiky'si ile buluşma ayarla. Adam bildiğin eşofmanını çıkarmayan tiplerden. Ne alaka lan?!

Aslında diyeceğim bir şeyler vardı ama merdivenlerden aşağı inerken unuttum.

PS: Okul başladı ya, saçmalayasım kaçtı. Dolayısıyla yazamıyorum.
PS2: Cihot'un çoraplarımı beğendiği gün hepinize tekila ısmarlayacağım bir de!
PS3: Ne ara 60 olduk lan biz? Gerçi bence okuyan sadece 3-4 kişi var da hadi neyse.

2 Ekim 2010 Cumartesi

Şip Şak 2

Ya şimdi ben bir heves fotoğraf çekmek istiyorum ya...

Ama lanet olsun portre çekmeyi seviyorum. Keşke dağ, tepe, balık, martı falan çekmeyi isteseydim. Şimdi şu lanet olası facebook'ta fotoğrafını çekmek istediğim insanlar var. Ama mesela senelerce konuşmamışım tiplerle.

Söylesem böyle durum diye. Kabul ederler mi sizce? Bir de garip kaçmaz mı yaaaa?

Amaaaan alkollü olduğum bir gün söylerim artık!

What do you think?

Yokbaşlıkfalan

Ben mühendis olmak istemedim hiç. Dedim bari ekonomi falan okuyayım da en azından yönetici falan olurum. Hani cıvıltılı yoğun bir iş hayatı falan... Pazarlama falan iyi gelir gibisinden düşünceler.

Ama sanırım onu da yapmak istemiyorum. Yani bir kez daha karar değiştirmiyorum da, şöyle sanatla ilgili bir şey okusaydım iyi olurdu ya. Yeteneğim olduğundan değil de, işin teorik yanını öğrenmek istediğimden. Hem ahkam kesmekten de hoşlanırım öyle böyle, olurdum işte bir eleştirmen, dur durak bilmeden konuş sonra.

Bu hayaldi, hayatın gerçekleri, bendeki cesaret eksikliği bir de birazcık gelenekçi baba derken en sonunda ekonomi de karar kıldık ama oralardan bir yerlerden fışkıran bir VA isteği var içimde.

Gitmeden bunlara da bir bak