I am not Alone

28 Aralık 2010 Salı

Just Another 'New' Year

Yazabileceğim bir çok konu var aslında, hani içimi döksem iyi olacak konular ama bazen kelime haznemin yetersiz olduğunu düşünüyorum ve hazır dönemi gelmişken Yılbaşından konuşayım diyorum.


Çok abartı bir kere ya. Eğlenceden çok stres bir de.

Yılbaşından tek istediğim aslında, şöyle kırmızı pijamalarımı giyeyim (yok öyle seksi falan değiller, bildiğin teenage pijamaları, kırmızı beni mutlu ettiği için sadece), elimde sıcak çikolata fincanım olsun, kaloriferin dibinde oturayım. Tam yılbaşı filmlerim elimin altında olsun. Mümkünse, mükemmel uyumlu İngilizce altyazılarıyla birlikte. Bir tarafımda sırası bir türlü gelmemiş kitaplarım olsun. Bir diğer tarafımda da, bir daha okumak istediklerim. Telefonum kapalı olsun. Laptop'un şarjı bitmiş olsun.

Hayalim bu da, sırf sonradan pişman olmamak için planlar falan. Fazla kalabalık. Fazla yorucu. Ama yılbaşı bahane, dünyanın en güzel elbisesini almış olabilirim. Bir de elbiseye uyacak, güzel bir topuklu. Bekle beni 10+ cm topuk. Hem ayakkabı hem de elbise o kadar da güzel bulunmayabilir diğerleri tarafından ama o yılbaşı kalabalığının içinde almayı başarabildim ya onları, sırf o nedenle bile tapabilirim onlara.

Şimdi yılbaşını neden sevmiyorum. Fazla zorlama. Herkes bir eğlenme çabasında. Fazla kasıntı. Fazla süslü. Yapay. Nedense kafanda durduk yere bir baskı oluşuyor, bu gece eğlenmeliyim. Nope. Eğleneceksem Taksim'de olmak istiyorum ben. Saçma sapan insanlar tarafından işgal edilmiş Taksim istemiyorum ben. Gecenin bir yarısı, trafiksiz olsun istiyorum. İş çıkışı trafiğinin aynısı gecenin özgürlüğüne gelmesin.

İnsanların yeni yılda neleri değiştireceklerini duymak istemiyorum. "Yeni yılda çok görüşürüz." cümlesini kurmaya yeltenenleri ise toptan imha etmek istiyorum.

Hmmm, asosyal ruhum çıkmış ortaya yine ya. Sallamayın uykum var, başım ağrıyor falan.

PS: Yılbaşı ile ilgili sevdiğim tek şey, her tarafım kıpkırmızı olması sanırım.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Akbaba Olmasın!

Yaaa şimdi sırf bir kaç günü anlattığım bir kaç yazı gelecek. Aslında ben bir tane de toparlardım ama insanlar yazının uzun olmasını sevmiyorlar.  Şimdi gelelim fasulyenin faydalarına.

Cuma akşamı sevgili arkadaşların konseri vardı İndigo'da. Berry'i de alıp gittim. Konser iyiydi ya genel olarak, eğlendik işte gerçi ben pek dinleyemedim ama... Tek düşeceğim dipnot, yaa İndigo'da bir barmen var 'curve'ü 10 üzerinden 8 (5 oldu Ci.), konuştukça daha da yükseliyor hatta. Modelmiş. Süper dövmeleri var. Yakışıklı üstüne şirin. Ses tonu mükemmel. Ukala ve burnu kalkık. Özetle yakışıklı piç. Aşık olma radarlarım açıldı resmen.

Her neyse konser bitti, biz eğlencenin başında ne yapalım diye düşüne kaldık. Ama daha biz dans edecektik yaaa diye hoplaya zıplaya soluğu Araf'ta aldık. Sanırım hala geçen senelerin hatrına gidiyoruz oraya da artık. Müzikleri iyice bok gibi olmadı mı? Arapça rap ile Almanca garip şarkıların ne işi var Balkan müziklerinin arasında?

Müziği de sallamadık, eğlenmeye programlıyız ya. Ama bir tuhaflık var. Herkesin gözü üzerimizde sanki. Üstüme bakıyorum, yok abi oram buram açık değil. Berry desen o da gayet kapalı. Ama işte bir gariplik var. Sallamadık falan en başta. 1 şarkı... 2 şarkı... Yanımızdaki tip, bir çifte 3. tekerlek olmuş o nedenle Berry'i tavlamaya çalışıyor, çevirisi ellemeye çalışıyor olacak. Çaprazda garip bir adam garip garip hareketler yapıyor. Dans demiyoruz biz ona. Ama en sıkıntısı o değil. Biraz ileride bir adam, Nuri Alço edasıyla sallana sallana geliyor elinde birası. Biz kaçıyoruz o kös kös gidiyor. 1 değil, 2 değil, 3 değil. En sonunda biz de, hani biz bizeyiz sana yer yok dansı yaptık. Adamın fantazi radarları açıldı bu sefer. Sonra bir baktım adam ve arkadaşı bizim taklidimizi yapıyorlar. He tamam, dedik, küstü bize bu gelmez bir daha. Cık. Yine gelmeye çalıştı. Eee yeter lan diyerekten kaçıverdik en sonunda. Ya adamın gelme çabalarına değil de, asıl ondan kaçmaya çalışırken kesiştiğim insanın gözden kaybolmasına üzüldüm. Ha bir de bu adamın yanında takım elbiseli bir tip vardı, pusuda bekliyordu. Adam avlayacak bizi, takım elbiseli de leşimize dalacak. Pis akbabalar.

Yolda, gecenin analizini yapmaya başladık. Neden bu tuhaflık? Çünkü sadece iki kızdık. Ne kalabalık bir gruptuk, ne de yanımızda çiftliğin horozu rolünü yapacak bir erkek vardı. Hmm. Bu çıkarım ile iştebak ne kadar ataerkil bir toplum yapımız var , bıt, bıt, bıt diye konuşabilirdim ama sanırım sadece bundan sonra "beyim" olmadan dışarı çıkmayacağım.

19 Aralık 2010 Pazar

Tumblr

Twitter, formspring, blog yetmedi bir de Tumblr neymiş ona göz atayım dedim. Gerçi benim için orası sadece fotoğraf paylaştığım bir yer olacak sanırım. Arada bir, bir kaç müzik o kadar.

Tumblr'ı olanlar isterlerse yorum olarak yazsınlar adreslerini (If you show me yours, i will show you mine.)

Benimki: [Click]

PS: I definitely have anger management issues. Good thing is i do not possess powers to destroy the world in one strike. 

16 Aralık 2010 Perşembe

mim VOL.2

Bir garip mim geliyor bu sefer femida'dan. Orgazm anına somut bir örnek yaz diyorlar.

En önce derin bir nefes alıyorum ve şimdi bunu elaleme rezil olmadan nasıl yazacağım diye merak ediyorum.

Ya hani bir rollercoster'dasındır. O uzun yokuşu tırmanıyorsundur. Karnında bir beklenti vardır. Başına ne geleceğini az çok biliyorsun ama her seferinde farklı aslında. Bu sefer nasıl olacağını merak ediyorsun. Ve tam tepedesin. Sonrası ard arda gelen duygu seli ya da çorbası bir nevi.

Ve topu, hmm, en yeni okuyucumuz arya in neverland'e atıyorum...

PS: Takma tırnaklarla herhangi bir şey yazmak çok zor. 

15 Aralık 2010 Çarşamba

Berry

Geçen sene bu zamanlarda delicesine yağmur vardı İstiklal'de hava zaten soğuk. Bebek kişilikli sevgili berry'miz 19 oldu diye biz de, yaklaşık 10 kişi o mekan bu mekan dolaşıyorduk. Keyfimizden değil de, hatun mekan beğenememişti. Doğumgünüsü diye de laf edemedik ya. Gecenin özeti de benim için, yağmur-vestiyerle kavga-görevlilerle kavga-ve giren hesaplara rağmen saf mutluluktu.

Şimdi yine onun doğumgünü de, hatırlayıverdim. Gerçi kendisi uğramaz buraya pek ama...

Hüzünlendim şöyle bir an şimdi. Ne kadar çok şey değişti, ne kadar çok şey gidiverdi. Pişman değilim ama bazen  keşkesiz de yapamıyor insan. Keşkem de şu: Doğumgünlerinde 2 sene öncesine ışınlansak mesela.

Berry'in çocuksu ruhuna bir kadeh lütfen o zaman~~

13 Aralık 2010 Pazartesi

Asabiyim ben.

Sinirlendiğimde aşırı tepkiler veriyorum. Sinirlendiğim şeyler çoooook çok saçma olabilir. Ama o saçma şeylere ne kadar tutkuyla sinirlendiğimi görseniz, acırdınız halime.

Çok çabuk sinirleniyorum, çok çabuk yatışıyorum. Ama o arada geçen süre içinde verdiğim tepkiler kalıcı ve yıpratıcı oluyorlar. Bir anda sürekli gülümseyen ben gidiyor yerine tamamen yabancı ve nefret dolu bir insan geliyor sinirlendiğimde.

Yatışmam genelde, aşırı tepkiyi verdikten sonra oluyor. İş işten geçtikten sonra yani. Ör: Sırf bu blog'daki bilmem kaç tane yazı. Altlarına tag koymam lazım: Asabiyim ben!

Karşımdakine uyarı gitse aslında. "Beyni bloke oldu, hatunun, ne desen umrunda değil şu an diye. Hatta söylediklerin sadece onu daha da sinirlendirmeye yarıyor diye. Lütfen 10dk sonra tekrar deneyiniz diye."

Peki, sorunun farkındayım da, kendimle başedebilmeyi öğrendim mi? Hayır. Bu yazı da, denemelerden biridir. İşe yaradı mı? Hayır.

Biri bana, sakin bir anımda sinirlenmek üzerine yazı yazmamı söylesin bari de, düzgün bir şey yazayım.

PS: İnternet üzerinden yazışmaktan da, mesajlaşmaktan da nefret ediyorum.

7 Aralık 2010 Salı

Facebook Cartoon Character Campaign: What is it really for?

Başlık çok akademik essay tarzında olmadı mı? Özlemiş olabilirim birazcık paper yazmayı.


Şimdi bir önceki yazıda bahsetmiştim, işte 6 Aralık'ta hepimiz sevdiğimiz çizgifilm karakterlerini koyduk diye. Sabah durum böyleydi, akşama değişti.

Hatırlıyor musunuz, kadınlar arasında sütyen rengi kampanyası dönmüştü. Hepimize bir mesaj geliyordu, sütyen rengimizi yazmamız isteniyordu. Aynı zamanda erkeklere söylemeyecektik. Amacı neydi? Meme kanserine karşı dikkat çekip, bilinci arttırmaktı. Kampanya o kadar başarılı olmuştu ki, google'da en çok aranan konu haline gelmişti döneminde. Haberlere bile konu olmuştu. O zaman da bık bık bık ötenler olmuştu:

- Ne boka yaradı şimdi bu? 
- Sütyen renginizi öğrenince bilinçlenmiş mi olduk şimdi?
- Ehehehehe sütyen rengini öğrendim! 
- Ne yani siz böyle yazınca kanser olan kadınlar iyileşmiş mi oldular? 
- Oturduğun yerden bir kelime yazmak kolay, madem önemsiyorsun git bir şeyler yapsana. 

Ya sabır diyorsun ve kafanı çeviriyorsun. Amaç neydi, be güzelim? Dikkat çekmekti. Amacına ulaştı mı evet? Hatta, sütyen rengi kampanyası yapılmış en başarılı viral kampanyalardan biridir. Viral reklamların amacı da hani bir ürün böyle, bir ürün şöyle diye söylemektense, o ürüne dikkat çekmektir. Gittigidiyor ve Fulya desem mesela?

Bu nedenle "Çizgi film karakterleri facebook" ta kampanyasını hemen salak olarak nitelendirmeyin. Biz de biliyoruz elbet, profil resmimizi değiştirmekle bir tacizciyi durduramayacağımızı. Ama 6 Aralık'ın önemine dikkat çektik mi? Çektik. Güzel yazılmış bir kaç düz yazıdan daha etkili olduğu da kesin yani.

Akşama kadar değişen ikinci bir şey, ortalıkta bunun aslında çocuk tacizcilerin işini kolaylaştırdığını söyleyen yazıların dolaşması. Hemen alıntı yapıyorum:

Çocuk İstismarı İçin Kurulan Sayfaların Yalan ve Yanlış Propagandaları İle Facebook Profil Resimlerine Çizgi Film Kahramanı Koyan Kişiler, Bu İstismarcıların Ekmeğine Yağ Sürmüş Oluyorlar. Çocuk İstismarcıları Kendilerinin Uyguladığı Yöntemi Herkese Yaptırmış Oluyorlar. Çocuklara Yapılan Arkadaşlık Tekliflerinde Çocuklar Teklifi Kolay Kabul Etsin Diye Çizgi Film Kahramanı Kullanan İstismarcılarla Aynı Şeyi Yapmış Oluyorsunuz. Lütfen Daha Bilinçli ve Dikkatli Olunuz...

Öncelikle ne işi var küçük bir çocuğun facebook'ta? İnternetin bir çocuk için çok da güvenli olduğu kesinken, bir çocuğun internetteki vaktinin denetlenmesi gerekirken, sen gidiyorsun çocuğuna bir de facebook hesabı alıyorsun. Hmmm...

Onu geçtim, doğru mu değil mi bilmiyorum bile bu uyarı, araştırıyorum ama daha tam olarak bir şey çıkmadı. Doğruysa yazık gerçekten. Ama genel kanı, bunun hareketi bozmak için yapıldığı yönünde. Party killers. 

Bu arada internette bu kampanyayı salak bulanların ortak yorumu: "Bu kampanya tembel insanların duyarlı gözükmek ve kendilerini bir şey yapıyormuş gibi hissetmek için için uydurdukları bir saçmalıktır." Dur da anlat bu insanlara şimdi işin aslının ne olduğunu. 

Hem her şeyi geçtim de, çocukluğumun bütün sevdiğim çizgi film karakterlerini bir arada görmek güzeldi. Nostalji falan. Ayrıca, daha öncede söylediğim gibi, seçtiğimiz karakterlerin süslü profil resimlerine kıyasla daha fazla kendimizi yansıttığı fikrindeyim. 

Last but not least, konuyla ilgili yazılmış çok güzel bir yazı, bir göz atın derim. [Link]

PS: Yazılarımda artan Tarzanca'yı mağruz görün. Okul beni böyle yapıyor.

6 Aralık 2010 Pazartesi

arkidiiş, niieemm naaberr canımmm

‎"Change your Facebook profile picture to a cartoon character from yourchildhood and invite your friends to do the same. Until Monday(December6), there should be no human faces on Facebook, but aninvasion of memories. This is a campaign to stop violence againstchildren."


Böyle bir kampanya varmış. Şimdi açıyorum facebook'umu ve baktığımda rengarenk profil resimleri. Kesinlikle insanlar hakkında daha fazla şey anlatıyorlar, güzel gözükmek için kastığımız photoshop destekli profil resimlerine kıyasla.

Bilmem kaç kişide görünce inat ettim, Sailor Mars'ı koymayacağım diye. Kendisi en sevdiğim karakter olur aslında çocukluğumdan. Ama inat işte, çocukken değil de, bir genç kızken tanıştığım bir animeyi koyuyorum.


Tanıyan var mı bakalım?

PS: Başlık nereden geliyor tahmin eden? 

Gitmeden bunlara da bir bak