I am not Alone

12 Şubat 2010 Cuma

Vol 2 - Edirnekapı


İlk gezimizin heyecanı ve mutlu sonucuyla iyice coşan ben, çoktan ikincisi için planları yapmaya başlamıştım bile. Taner’in de yağmura rağmen ikinci gezimiz için teklifte bulunmasıyla yine kafamda nereye gideceğimizi düşünmeye başlamıştım. Birazcık araştırma sonucu Kariye Müzesinde karar kıldık. Ancak bir günümüzü sadece bir müzeye ayırmak istemediğimiz için çevresindeki tarihi eserleri de katarak içine bir yürüyüş planı oluşturduk.
Ama bu sefer gideceğimiz yer ile ilgili en ufak bir bilgimiz yoktu ve yanımıza google maps resimlerini bir de VINN ve minik seyahat laptomuzu alarak yola çıktık yine Taksim’den. İlk durağımız Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı Mihrimah Sultan Camisiydi ancak restorasyon altında olduğu için ancak dışarıdan bakakaldık. Caminin yakınlarında olması gereken kilise ise o kadar güzel saklanmıştı ki, bulmak bize nasip olmadı, kendisinin bir ev kılığına girdiğinden şüpheleniliyor. Bu iki hayal kırıklığının ve şiddetli yağmurun bizi yıldırmasına izin vermeyerek Kariye Müzesine doğru yola koyulduk. Bu noktada tarihi yerlere ulaşımın aslında pek de kolay olmadığını iyice anladık. Adsız sokaklar işimizi zorlaştırmasına rağmen yine de müzeye ulaşabildik.
Müzeye girişin 15 TL olması, ancak müze kartın 20 TL olması sonucu müze kartlarımızı almaya karar verdik ve müze kartının öğrenciye 10 TL olmasını öğrenmemiz hoş bir sürpriz oldu. Kariye Müzesi gerçekten gezilesi bir yer ama insanın yanında müzeyi anlatan bir rehber ya da kitap gibi bir bilgi deposu olması lazım. Gerçi SPS dersimiz sağ olsun biz çok zorlanmadık ama yine de daha bilgili gezmek de hoş olabilirdi. Müze çıkışı acıkan karınlarımızı tam müzenin karşısındaki Pembe Köşk’te doyurmak istedik ama turist sendromunun fiyatlara yansıması ile ancak birer çay içebildik ve rotamızı gözden geçirdik. Bu arada yürüdüğümüz yolun bendeki cumbalı ev aşkını ortaya çıkarması, ilerisi için cumbalı ev hayalleri kurmama sebep oldu, söylemesem olmazdı.
Yolumuza Balat’a doğru devam ettik. Yoldaki “Meydancık” Camisinin adı da yol ortasında hepimizin gülmekten yerlere yatmasına sebep oldu aslında. Ayrıca iki güzide turistimizin de bizleri gözlerine kestirmesini sağladı. Planımız bir sinagoga uğramaktı ancak sinagogları istediğimiz zaman gezemiyormuşuz. Biraz hayal kırıklığı ile yolumuza devam edecekken, yarım yamalak İngilizceleriyle sevgili turistlerimizin bizi durdurmalarına izin verdik. “Golden Horn”u, “river”, ya da “bosphorus” olarak tanımlamaya çalışarak kınamamızı hak eden turistlerimizi, Taner’in kuvvetli tahmin etme yeteneği sayesinde anlayabildik, sevgili turistlerimizi de peşimize takarak yola devam ettik. Ana caddeye varınca turistlerimizi kaybolmamalarını umarak otobüs durağına yönlendirdik ve biz yolumuza devam ettik. İki seçeneğimiz vardı, Rum Kilisesi ya da Bulgar Kilisesi. Biz Bulgar kilisesine doğru yöneldik. Bulgar Kilisesi aynı zamanda demir kilise olarak da biliniyormuş ve yukarında görünümü de bir haç şeklinde. Gezdiğimiz birkaç kiliseden sonra artık aralarında farkları iyice ayırt etmeye başlamıştık ve fark ettiklerimizi daha sonra araştırılıp doğrulanmak üzere beynimizin bir rafına kaldırdık ve Patrikhaneye doğru yola koyulduk.
Yolda gördüğümüz Camhane ve Kadın Eserleri Kütüphanesi’ne uğradık uğramasına ama şansımız yokmuş ki, içeri giremedik ikisinde de. Bir yandan yemek yiyecek yer aranırken bir yandan da patrikhaneyi bulmaya çalışan bizler, balık yiyen kedi görmenin şaşkınlığını üstümüzden atamadan daha Taner’in standartlarına göre bile dik bir yokuşun tepesinde şatomsu bir yapı gördük ve hemen onun patrikhane olduğunu düşünerekten yola koyulduk. Ancak bir hayal kırıklığı ile daha karşılaştık. O müthiş yapı Özel Fener Rum Lisesiymiş. İçiniz çekindiğimiz için gezmemeye karar verdikten sonra aşağıya doğru yola devam ettik ve sora sora patrikhaneyi bulduk. Patrikhane, lisenin yanında sönük kalsa da, tahta yapısı ile hoş bir dokusu vardı. Orada da ufak bir tur atarak, tütsülerimizle birlikte yemek yeri bulmak için terk ettik patrikhaneyi.
Benim önerim, bu tarihi dokuyla birleşmiş günün akşam yemeğinin de aynı tatta olması yönündeydi ve bulduğumuz küçük bir cafe/restoranda kuzu tandırlarımızla aslında günümüzü noktaladık. Bugünü de aslında deneme sürüşü gibi düşünerek ilerideki gezilerimiz için önemli tecrübeler edindik.
Bundan sonraki gezi konusunda öneriler açığızdır~!
Son bir ekleme yaparsam, yazımın fazla uzun olmasından yakınanlar için işte bu geziden alınacak dersler:
- İstanbul haritası ya da doğru düzgün google maps çıktısı olmadan gezmek pek mantıklı değilmiş.
- Haritasız gezen, İngilizce bilmeyen turistlerden uzak durmak lazım aslında insan kendini fazla sorumlu hissediyor.
- Kediler balık yermiş ben sadece çizgi filmlerde oluyordu sanıyorum o.
- Sırt çantası taşımak gerekli aslında böyle gezilerde yoksa açlıktan ölme riski yaşanabiliyor.
- Gideceğimiz yerlerin açık olup olmadıklarını kontrol etmek lazımmış sonra gereksiz hayal kırıklığı oluyor.
- Daha fazla fotoğraf çekilmeliydi.
- Kalın İstanbul kitaplarından bir tane edinilmeli acilen.
Son bir not, dün gece elime İstanbul’u Geziyorum Gözlerim Açık adlı bir kitap geçti. Eğer İstanbul’u bizim gibi baştan sona gezme hevesiniz varsa okumanız tavsiye edilir.

2 yorum:

  1. ah bebeim muhteşemsin nelere kadirsin yahu :D böreklerinizi haftaya alın annem :D

    YanıtlaSil
  2. http://wikitravel.org/en/Istanbul

    YanıtlaSil

Fazla gelmeyin üstüme olur mu?

Gitmeden bunlara da bir bak