I am not Alone

29 Eylül 2010 Çarşamba

Gel gel sarışınım gel~~

Ya bu exchange'ler ne iş be?

Ya okula doluşmuşlar sarışın sarışın... Gel de kafayı yeme sonra. İnsanı yoldan çıkarır ciddiyim bunlar...

Tam da yeni odamızda edepli edepli Iron Man 2'i insin de izlesek diye beklerken, bir mola verelim dedik cam kenarında. Hay vermez olaydık, tam çaprazda müthişbir sarışın gülümseme 'sevgili' bir Türk kızı tarafından yutuluyor.

Lan!

Daha kaç gün oldu okul açılalı? 2, 3? Nasıl becerdin sen o müthiş yaratığı tavlamayı kızım ya? Ya kız öyle ahım şahım bir şey değildi, ama anlaşılan yetenekli bir ablaymış kendisi...

O zaman biraz QAF zamanı ne diyeyim...

PS: Birisini tavlamaya çalışırken tam bir maymun oluyoruz aslında.

27 Eylül 2010 Pazartesi

Top 4 Lady~~

Basit bir başlık, basit bir konu.

Şimdi bilenler bilir, 3 hatunun adı geçince ortamda benim gözümde kalp simgesi çıkar. Sonra da üstüne hararetli bir tartışma zevkler üzerine.

Geçen günkü Resident Evil filminden sonra o değişmez 3lü ye yeni bir hatun eklendi. (Biliyorum film gayet berbattı. )

Şimdi o listeyi, sebepleriyle anlatıyorum size. Sondan başlayalım, heyecan olsun bir numaraya doğru.

Scarlett Johansson:



Sanırım listedeki en tartışmalı hatun bu. "İnci Küpeli Kız" ile hayran oldum kendisine. Değişmez top 3'e girmesini sağlayan film ise, "Vicky Cristina Barcelona" idi. Ya kabul edin hatun güzel. Ve masum! (İşte tartışma burada başlıyor.) Düşündüm de üstüne, bu hatunla ilgili sevdiğim asıl şey, yüz ifadeleri. Bilmiyorum lan işte, listede kendisi 4 numaralı tanrıça olarak!

Milla Jovovich:

Listeyi top 4 yapan şahıs bu. Yani hatun dediğin cool olucak ise, al sana Milla diyorum. "5th Element" ten beri severim kendisini, ama Alice'te o mini kırmızı elbisesiyle asıl fethetti gönülleri. Son filmdeki klonlarla ise hayal gücümüzü zorladı. Emin olun zombilerle savaşmaktan daha ilginç bir senaryo yazardık biz Milla ve klonlarını kullanarak.

Nicole Kidman:

Listenin en eski üyesi. Bir gün olur da fazla param olur ise, film yapımcısı falan olacağım ben. Sonra Gülçin'im bana silah zoruyla elf filmi çekecek. Bu hatun da, elf kraliçesi olacak kızıl saçlarıyla. Şimdi anladınız mı neden listede? "Practical Magic" den beri tapıyorum işte ben buna... Ayrıca Moulin Rogue

Liv Tyler:
O babadan, o kız nasıl çıktı artık cüceler bilir de, hatun güzel ya! Kapatalım kafese kendisini, moralimiz bozulunca o bize "I actually can~~" desin ardından da elfçe konuşsun. Ciddiyim, bir daha yüzümden salakça bir sırıtış eksik olmaz!

Liste daha da uzar elbet, ama şimdilik bu kadar.

PS: Resimler zevkinize göre olmayabilir ama benim zevkime göre işte yapacak bir şey yok~!
PS2: Sizce aşağıdaki, uzak doğulu çocuklar bu listeye girer mi?

Ready! Set! Go!

Çok sevgili bir hocam vardı, kendisini "Ben profesyonel öğrenciyim." diye tanımlardı. Benim öyle bir iddiam yok gerçi. Öyle böyle bir öğrenciyim işte. Ama şans bu ya çok ilginç hocalarla tanışma şansım oldu.

Hani dizi, filmlerde olur ya, insanı gaza getiren bir müzik/resim öğretmeni. Yoktu onlardan ben de lisede işte. Resim hocam, resimlerimi hiç beğenmezdi. Gerçi en kötü hakareti olan spastik lafını üzerimde kullanmadı ama siz demiş sayın. İşin komik yani: Çiziyom ben ya!

Müzik hocam biraz daha iyiydi. Tonton, şişmanca bir adam. Hani şirin cüceler olur ya kitaplarda onlardan. Ama yazık adama vermişler bizim gibi orman kaçkını sınıfı. Ninni niyetine "Bilal Oğlan" ı söyledi bize. En azından fasıllarda rezil olmuyoruz.

Edebiyat hocaları bakımından şanslıydım şimdi. Sadece bir tane kendini bilmezle karşılaştım, Charles Dickens'ı adamdan saymazdı kendisi. Geri kalanının üzerimde hakkı fazladır. Ama gel gör ki, hala "spelling check" kullanıyorum şu salak blog'u yazarken.

Bunlar genel olarak lise tayfası. Üniversitede durum bambaşka. Dersler zaten bir garip, hocalar daha da garip.

Değişmeyen şeylerden biri kendi kendine espri yapıp gülen sevgili öğretmenler. Biz anladık dersi bir dönemde de, onlar anlayamadılar hala birer Cem Yılmaz olmadıklarını. Ama bir tanesi vardı ki, gülmesi evlere şenlik.

Gülme demişken, işte bu espri yapma işinden hiç anlamayan bir tanesi, bir gün bütün amfiyi güldürmeyi başarmıştı. Gerçi sözcükler değil, hapşurması sağlamıştı gülmemizi ama olsun.

Biz öğrenci tayfası, lanet insanlarız. Genel olarak, hepimiz kendimizi dünyanın sahibi olarak görüp, haklarım var benim, ezemezsiniz beni diye dolaşırız ortalıkta. O hoca benim, diğeri senin diye dolaşır dururuz.

Kolay ders ararız. Ders çok kolaydır ama derse devamlı gelene, burun kıvırır gitmeyiz. Ödev yapmayız. Essay yazmayız. Sonra ama hoca şerefsiz deriz A gelmeyince.

Hayır, hocalardaki de asıl bir iyi niyetse, maşallah, her nazımızı çekiyorlar. Bazen akademisyen ol diyorlar da bana, olası öğrencilerimin akıl sağlığını düşünerek reddediyorum.

Yani demek istediğim, yeni okul yılı başlamıştır. Yurt, ders hayatımız hayırlı ola~~

PS: Başlık bir yerden tanıdık geliyordu. Araştırdım, baktım Tokio hotel'in bir şarkısının adıymış. Alakam yoktur ama.
PS 2: Bu yazı kolpa oldu ama, okul başladı malzeme çoğaldı.
PS3: Biri bana VA (Visual Arts) değil de, ekonomi okuduğumu hatırlatsın.

21 Eylül 2010 Salı

Yaoi?




















Eğer bunlar erkekse, biz kadınlar olarak ne oluyoruz?

Yok kesin kararlıyım, alacağım bunlardan bir tane kendime "pet" olarak. Koy kafese besle, insan değil yavrum bunlar.

Hayır yaoi'nin neden yaygın olduğunu anlamak zor değil. Bizim erkeklerde böyle olsa, ben de isterdim ki, hepsi gay olsun.

19 Eylül 2010 Pazar

Lets Not Fall In Love~!

Kim korkuyor lan aranızda aşık olmaktan? Ben korkuyorum. Hem de ölümüne korkuyorum.

Aşık olmadım mı hiç? Cidden oldum. Ben ona resmen aşığım diye gezindim ortada uzunca süre, hatta arkamda kanatlarım falan da vardı. Bildiğim tam takım gittim aşka. At gözlükleriyle modifiye edilmiş pembe gözlüklerim bile vardı benim.

Ayağım bir çakıl taşına takıldı. Gözlükler gözümden fırladı. Gördüğüm pembe rüyalar o kadar da pembe değilmiş aslında. Ama gözlüklere alışmış gözüm, göremedi gözlüksüz önce. Yavaş yavaş alıştı gözlerim dünyaya pembesiz bakmaya. Meğer her şey iğrenç bir griymiş. Pembenin arkasına saklanmış.

Aynı şeyler bir daha yaşanmasın istiyorum. O pembe gözlükleri hiç takmayayım istiyorum. O gözlükler gözümden düştüğündeki şokla hiç karşılaşmayayım ben.

Kendini kaptırmadan aşık olanlar varmış. Onlar nasıl yapıyorlar? Yok onlar gerçekten aşık değilse, kendini kaptırmak aşkın bir parçasıysa, peki onların hissettikleri ne? Onlar hayal kırıklığı yaşamazken, kendini parça parça olmuş hayaller arasında bulan aşıklar mı daha mutlu?

Sevmiyorum aşk, mantığın önüne geçsin. Saçma kararlar aldırsın bize. Saçma bir duygu yüzünden, aylarım ziyan olsun hiç istemiyorum.

Salaklıklarımın, bahanesi olarak ama aşığım demek hiç istemiyorum.

Aşığım diye, arkadaşlarımın dediklerini kulak ardı etmek hiç istemiyorum.

Ama en korktuğum şey, bu bildiklerimi aşık olunca uzaylılar söylemiş gibi davranmak.

Aşka gözü açık gitmek istiyorum ben!

18 Eylül 2010 Cumartesi

Alışveriş Listesi

İnsanın almak istedikleri bitmiyor. Ahh bir de ucuz olsalar!

* Tablet (150 - 200 TL arasında bir fiyata bulabilirim diye umut ediyorum.)
* External Hard Drive (O da bir 200 TL civarında)
* Sonra daha uçak bileti, pasaport, vize ücretleri var. (Ulan bir sene daha bekleseydiniz olmayacaktı sanki Erasmus için!)
* Bu sene de bin tane konser varmış. Ekimde mesela, Chicago müzikali var da 80TL'den başlar mı fiyatlar?

Bunlar acil(!) isteklerim. Ehh hepsini bir arada almak istesem de, olamayacağı için hangisini almalı en önce acaba?

Pet? Farm? Arrrh...

Ya biri şu facebook oyunlarını alsın elimden lütfen.

İki dakka da hemen ezmeyin düşüncelerinizle. Oyunlar çok basit, kolay ve tekdüze olabilirler ama bu bağımlılık yaptığı gerçeğini değiştirmiyor. Özellikle benim gibi taktı mı tam takanlardansanız kurtulmanız da mümkün olmuyor.

Canım sıkıldı geçen gün (aman ne büyük sürpriz), oturdum oyundaki bir elbiseyi çizdim. Sonra gittim bunu oyunu oynayanlara gösterdim. 10$ ödediler lan. Hani elimde tablet'im olsa günde 10 tane resim çizerdim sanırım. Mouse ile biraz fazla uzun sürüyor.

{Bir de birisi bana hatırlatsın, ben neden ekonomi okuyacaktım? }

Şimdi tek umudum ne biliyor musunuz? DC'nin online oyunu çıkacakmış ya, belki ona sararım da facebook oyunlarından kurtulurum.

Sonum hayrola.

Ve evet içimde pek de gizli olmayan bir nerd var.

15 Eylül 2010 Çarşamba

Don't You Cry Tonight...

Birisi bana şu aralar en sevdiğim şarkıları sorsa en önce bön bön bakıyorum. Ardından eee mee ııı sesleri gelir. Karşımdaki bu sefer türü sorar ben cevap verebileyim diye, daha beter ee mee ııı gelir. Nedeni müzik dinlememem değil, sürekli değişen zevkime beynimin ayak uyduramamasıdır. Ama aslında bir iki dakika geçince cevabım hazırdır.

{ Müzik zevkim değişken. Ama klasik müziğe her daim kapım açıktır. Öyle entellik olsun diye söylemiyorum ama severim klasik müziği gerçekten. Gıy gıy gıy olanları da var ama, genel olarak güzeller işte ya. Özellikle cover'ların tadı ayrı oluyor (Canon Rock ve de Rude Boy'a bir bakın derim, ikisi de çok popüler iki farklı tür cover.). }

Her neyse, aslında birileri en sevdiğim şarkıyı sorsa gelmiş geçmiş, çat diye verirdim cevabı: Don't Cry~!

Ya, kabul etmek lazım şarkı güzel. Guns N' Roses'ı zaten severim. Ama "Don't Cry" ın yeri ayrıdır.

Hani salak bir şarkı aklına bin tane anı getirir. Birden sersem olursun. O anda değil, geçmişte yaşamaya başlarsın. İşte Don't Cry'ın bana etkileri bunlar.

Genelde kaçıyorum ben bu en sevdiğim şarkıdan. Axl başladı mı, "Talk to me softly" demeye ben toz oluyorum genelde. Ama bazen olmuyor, geliyor yüzüme tokat gibi çarpıyor bu şarkı bilmem kaç sene öncesinin anılarıyla birlikte.

Sanırım yaşlı kızkurusu haline geldiğimde bile atamayacağım bu şarkının etkisini üzerimden. O nedenle vasiyetim olsun cenazemde şerefime tekila shot atarken, fon müzikte "Don't Cry" olsun.

PS: Anlaşılan dinlemek zorunda değilmişim şarkıyı. Düşünürken de dinlemiş kadar oldum zaten.

PS2: Ölüm demişken, hep beraber aşağıya gitmeye karar verdik. Duyduk ki, yukarıda sadece din adamları ve veletler varmış. Partiye bekleriz.

14 Eylül 2010 Salı

Suluelma? Merinos?

Benim sevgili lurker okuyucularım~! Şimdi ya geçen günlerde dedim ya moralim bozuk uzak kalıyorum diye. Moralim düzeldi sayılır da, araya tatil falan girdi, birazcık soğudum buradan o arada.

Ya insanların varlığını yoklukların da anlıyorsun ya, şimdi benim bu kış iki tane yakın arkadaşım Almanya yolcusu. Merinos'u özleyeceğim orası kesin, ehh kendisi resmi modelim olur. Ama sevgili suluelma'mı ne kadar özleyeceğimi tahmin bile edemiyorum.

Hani herkesin hayatında bir arkadaşı olur ya, arasın çıkarsın kafa dağıtırsın. Suluelma o işte. Son dakika ararım, o da tembel kıçını kaldırır ve benim tamamen bencilce isteğime uyarak can sıkıntımın geçmesini sağlar. Sanmayın kendisi ile konuşulmaz ciddi şeyler. Konuşulur orası ayrı.

İşte ben, bencil bir kediyim. Dünyanın kendi etrafımda döndüğünü düşünüyorum falan. Benim etrafımda dönmediği zamanlarda da üzülüyorum, sıkılıyorum. Yetmiyor kaçarak uzaklaşıyorum.

Ama bencil olduğum kadar da kediyim. Yanımda insan istiyorum. Suluelma'm yokken ortalıkta kime geçicek tribim benim? Kim çekecek nazı mı? Ulan zaten azıcık insan bıraktım çevrem de (yanlış anlaşılmasın o az insanla mutluyum aslında), ama onlar da elimde olmayan sebeplerle uzaklaşınca ne olacak?

Yalnız kalmam da, yine de o çekirdek arkadaş grubum değişmesin istiyorum. Sonuçta bir nevi sığınağım onlar benim. Maceralarımdan yorulunca, kaçtığım güvenli sığınaklar onlar.

Ya bu da öyle acınaklı bir yazı oldu.

PS: Alının lan üzerinize tipintoşlar~!

6 Eylül 2010 Pazartesi

Şip Şak

Şimdi biliyorsunuz, fotoğraf makinemin de bozulmasıyla uzun zamandır yeni bir tane istiyordum. Hazır almışken de DSLR alayım diyordum bir tane. Tam kafama koymuştum ki almak için para biriktirmeyi, babam bir tane almış bana.

Daha böyle sevgili Canon'umun heyecanı dinmeden evde bir köşeye atılmış güzel bir de SLR makine buldum. Ohhh çifte bayram.

Şimdi, hakkında çok az bildiğim bir konuda kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Hani şanslıyım ki, çevremde konuyla ilgili az da olsa bir şey bilen insanlar çok. Bir de güzeller güzeli bir modelim var, daha ne olsun ki?

Bir tane de gösteriyim çektiğim fotoğraflardan. Gurur duyuyorum kendimle çünkü photoshop'u hiç açmadım bu sefer.

PS: Kötüyse, kötü olduğunu nazikçe söyleyin olur mu? Dan dun girişmenin manası yok :)

5 Eylül 2010 Pazar

Çocuk mu? Arrrgh...

Çocuklardan nefret ediyorum!

Gerçekten, seven insanları da anlayamıyorum, aynen onların benim nasıl sevemediğimi algılayamadıkları gibi.

Büyük birer böcek gibiler. Her yerde dolanıp, her deliğe giren, sinir bozucu ve kovmanın imkansız olduğu bir tür böcek.

Tamam itiraf ediyorum güzel çocuklar var, ama onları bir dergide görmeyi tercih ederim.

Bu çocukların en sevmediğim yanı da sürekli viyaklamaları. Ulan, şeytan diyor, git çak suratına bir tane susmadı mı? Bir tane daha!

Falan filan, çocuk gürültüsüyle dolu bir yolculuk geçirdim de, biraz fazla asabileştim viyaklamalara karşı. Çocuklara da verilsin, sakinleştirici ilaçlar. Ne farkları var evcil hayvanlardan? :(

Gitmeden bunlara da bir bak