I am not Alone

28 Temmuz 2010 Çarşamba

İnci kadar başınıza taş düşsün.

Kısa bir yazı daha geliyor.

Ya şu inci sözcük dedikleri olay ne kadar saçma bir şeydir. Seviyesiz ve artık iğrenç geliyor. Hani kabak tadı vermeye başladı resmen.

Özellikle kendisine kıl olmamın nedeni, ne kadar uzak durmaya çalışsam da gelip sevgili arkadaşlarım sayesinde beni bulmasıdır. İstemiyorum dedeleri öğrenmek ya da her lafımdan sonra beyler adam haklı denmesini. Sürekli liseli ergenlerle dalga geçen bir grubun, bu kadar ergen davranmasını anlayabilmiş değilim.

En baştan beri hoşlanmadım aslında inciden. Seviyesiz ve gereksizdi. Sonra "saldırılara" başlayınca vandalizmin de b*kunu çıkardı herifler. Kim bilir ne kadar gurur duyuyorlardır bilgisayarlarının başlarından. Herhalde biz masum izleyicilerin de onları çok yaratıcı, komik ve muhteşem insanlar olarak görmelerini bekliyorlar. Komik değilsiniz. Aksine sizi düşününce aklıma gelen görüntü, fanatik WOW oyuncularını düşününce aklıma gelen görüntü ile aynı.

İşin komik yanı benim kullandığım "Eastern Emoticon" lara laf söyleyen insancıkların şimdi beysiz bir cümle kuramaması. En azından ben paragraf başına bir tane kullanıyordum, özentiler. Facebook'u güya hacklemişler. Sadece bir açık keşfetti, salağın teki. Diğer salaklar da onu takip ettiler. İyi halt yediniz ne diyeyim size. İnternet yasaklarını arttırmaya çalışanların işini o kadar çok kolaylaştırıyorsunuz ki, hepinize madalya takılması lazım.

Neden mi sinirlendim bu kadar? İnternette bir çok grup var. Çoğu hoşlanmadığım ve sevmediğim topluluklardır. Ama hiçbir grup dikkat çekmek amacıyla bu kadar gözümüze sokmuyor yaptıklarını. O kadar mı ilgiye muhtaçsınız be bebeler?

Kısacası toplucana iğrençsiniz.

PS: Sevgili İncici arkadaşlarım, evet inci geyiklerine başladığınızda, sizin de saçınızı yolasım geliyor.

PS2: Diyelim bu yazımı okudunuz sevgili incici arkadaşlarım, boşuna yorum yazmaya kalkmayın inciyi savunan ya da beni kötüleyen. Sadece gözümde değer kaybedersiniz. Gerçi yine de siz bilirsiniz.

Ohh be rahatladım~!

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Hortlayan Geçmiş~!

Kaçınızın her türlü çılgınlığı yaptığı bir dönemi oldu?

İlginç bir hayatım oldu diyelim şu ana kadar. Bir çok şeyin tadını erkenden aldım, bir çok şeyden erken bıktım. Ama yaptığım hiç bir şeyden büyük bir pişmanlık duymadım. Ancak ufak keşkeler oldu arada sırada.
Pişman olmadım ama bu demek değildir ki, gurur duyacağım şeyler yaptım ve yaşadım. Ama hepsini geride bıraktım ya da bıraktığımı sanıyordum. Oysa farkına vardım ki, aslında benim bütün kalınıtılarını yok ettiğim sevgili geçmişim, beni bu ana kadar takip etmiş ve sadece ortaya çıkacak en uygunsuz anı bekliyormuş. Her şeyin yoluna gireceğine inandığım bir anda, birdenbire her şey elimden kayıp gitmeye başladı sanki.

İrademin son gücünü kullanarak reddetmeye çalıştım o geçmişin hortlamasını bir insanın teninde. Sonuna kadar direndim, sadece hala ne kadar zayıf olduğumu kendime kanıtlamak için.

Düşünüyorumda, eğer yukarıda bir tanrı var ve o tanrı eğer ayarlıyorsa hayatımızda tesadüf dediğimiz şeyleri, kendisinin çok çarpık bir eğlence anlayışı var.

Peki ne yapmalı bu hortlayan geçmişe karşı yoksaymayı beceremediğime göre?

Hide&Seek



*Kırmızı kedi kalkar yerinden. Yatağın altına girer ve orada saklanmaya karar verir bir süre için.*

20 Temmuz 2010 Salı

Karalama~!

Özledim be blog seni. Sağ olsun yaz okulu falan derken boş vaktim kalmadı neredeyse. Gerçi yazacak öyle fazla canlı olaylarım da olmadı son zamanlarda. Söveceğim insan da kalmadı. Öyle sürüklenip gidiyoruz işte.

Tamam, girizgâhı yaptım ama gerisi ne olacak hiç bir fikrim yok. Hadi bakalım tuşlara kuvvet.

Ya hani başına mükemmel bir olay gelir ama anlatamazsın ya kimselere. Al işte ondan yaşıyorum şu an. Bağırıp çağırmak istiyorum başardım yaptım diye. Yok olmuyor. Ancak fısıldıyorum. Şimdi bunu okuyan pek sevgili arkadaşlarım, söyleyebilecek duruma gelince hepinize söyleyeceğim zaten. Sorup soruşturarak karalar bağlatmayın beni.

İçimdeki Polyanna diyorki, keşke biraz daha fazla tolerans gösterebilseydik birbirimize karşı. İşte buraya bin tane toleransla ilgili laf sıkıştırın. O değil de kendimle inanılmaz bir seviye de çelişeceğim ama inci yazarları bi sie yani. Hani en baştan beri hoşlanmıyordum zaten ama yeter artık. Vandalizm alanında çığır açtınız tebrikler, şimdi gidin, kendinize bir hayat edinin. (Kesinlikle İngilizcesi kulağa daha güzel geliyor: Go! Get a Life! )

Aslında ne diyecektim ben? Yemek yemeğe gittim, geldim ve unuttum.

Birisi bana insanların dekolteden neden bu kadar çok etkilendiğini açıklasın kardeşim. Bene etkilenmiyorum karşımdaki erkek bağrını gözler önüne serince. O da et, bendeki de et.

Aslında bir ara elflerle ilgili bir yazı yazacağım ama artık ne zaman gelirse ilham. Güzel bir yazı olsun istiyorum.

“Kırmızışın”, “kirmizisin” olarak yazıldığında “kırmızısın” olarak algılanabiliyormuş. Üzüldüm resmen.

Sanırım kafam fazla karışıkmış ki, bu kadar dağıldı aslında olmayan konumuz. Son olarak “Queer as Folk” izleyin!

9 Temmuz 2010 Cuma

5+1 Gala Gösterimi

Geçen gün bir rüya gördüm ama yaklaşık bir hafta önce. Yazamadım bir türlü bu hafta içinde. Unutacağım diye de korktum ama unutmamışım hala aklımda bütün canlılığı ile. Yazmasam çatlarım çünkü merak ediyorum gerçekten öyle mi olacak hayatım.

En önce yaklaşık 30-40 sene sonrasındaydık. 50 ile 60 arası bir yaştaydım. Bembeyaz saçlarım vardı, hala kısaydılar. Boya olabilir, zaten hani planımdır beyazlarım çoğaldıktan sonra bembeyaz'a boyatmak. Kıyaftler? Yoktu öyle lame/dore taytlar falan. Eteğimi giymişim üstüne de rahat bir bluz oturuyordum öyle bir evin cumbasında. Benim evim sanırsam.

Oda kocaman değil ama küçük de denemez. İlgi çekici yanı, sadece kitaplıklarla dolu. Ben de oturmuşum kahvemi içiyorum dışarıya bakarak. Damla sakızlı kahve. Önümde fotoğraf albümlerim var, günlüklerim anı defterlerim ve laptop'um. Başlıyorum bebeklik albümümden incelemeye. Güzel bir bebekmişim. Şanslı bir çocukmuşum. Sonra çipçirkin bir şey oluvermişim. Arıyorum ama ilk gerçek aşkıma dair bir fotoğraf bile yok. Yok ettim tabi zamanında her şeyi.

Sonra lise, üniversite... Türlü türlü çılgınlık, eğlence. Hiç bir kötü anın fotoğrafı yok ama işte kötü anların kanıtları yazılar var. Azıcık hüzünleniyorum. Keşkeler geçiyor aklımdan. Bir damla gözyaşı düşüyor gözlerimden. Siliyorum göz yaşımı.

Sırada evlilik albümleri var. İki kez evlenmişim anlaşılan. Hoş düğünler olmuş. Birincisi bir kır düğünü hep istediğim gibi, ikincisi ise şık bir kokteyl şeklinde. İki kocam da hoş insanlar, aramızda yaş farkı var o da belli. Düğün fotoğraflarını geçiyorum.

Acaba iş hayatım nasıl geçmiş. Orada burada bir iki fotoğraf var iş yemeklerinden.

Sonra bir fotoğraf görüyorum. En önce ne olduğunu anlayamıyorum. Sonra fotoğrafın arkasına bakıyorum, not düşülmüş: "5+1 gala gösterimi - 2033". Fotoğrafı anlatırsam: Ortada Gülçin var. Mutlu mutlu gülümsüyor. Hala tombiş aynı benim gibi. Solunda Alpu var en önce. Kocaman olmuş, bir de kel. Hemen yanında Merinos var. Mükemmel bir kırmızı elbise var üzerinde. Hala merinos. Yanında ben varım. Yine kızıl saçlar. Siyah giymişim. Aman büyük sürpriz. Hala da kilolarımla beraberim. Hemen yanımda beri var. Hatun hala çocuk. Düz duramamış. Üstüme doğru uçmuş. Bir yandan onu tutmaya çalışıyoruz merinosla, bir yandan güzel gözükmeye. Bir başka hatun var beri'nin yanında. O da bana sarılmış. Bilmiyorum ama kim olduğunu. Şimdi sağ taraf. Ece ile Taner var önce. Yeni çocukları olmuş galiba. Bir tane'de bebek var ellerinde. Hemen bir yanlarında Ali var. Sonra sıralanmış bütün artı birlerimiz. Selen'den, Cihan'a, Ahmet'e, Bahri'ye. Tanıdık tanımadık bir sürü insan.

İkinci gözyaşım düşüyor bu resimden sonra. Tam o sırada kapı açılıyor ve içeri tanımadığım bir insan giriyor elinde çayı ile birlikte. Geçiyor ve karşıma oturuyor. Soru sormak istiyorum ama o sırada saat sabahın 6'sı olmuş ve dolayısı ile telefonum ötmeye başlamıştı.

4 Temmuz 2010 Pazar

Seven Deadly Sins

Hani birazcık internette vakit geçirmiş bir insansanız `blackeri tarafından çizilmiş Seven Deadly Sins hatunlarını görmüşsünüzdür. Görmeyenler ya da bir daha görmek isteyenler için:

**Yazının geri kalanı boyunca sırf kendi kulağıma daha iyi geldiği için tarzanca kullanacağım o nedenle bir açıklama yapmak istedim.
Vanity: Pride: Gurur
Gluttony: Oburluk
Avarice: Greed: Açgözlülük
Sloth: Tembellik
Envy: Kıskançlık
Wrath: Öfke
Lust: Şehvet

Şimdi ne alaka diye soran olursa, deviantArt'taki favorilerimi falan düzenliyordum. Bunları gördüm. Aslında sadece Wrath'ı. Hepsinden bir parça taşıyorum her insan gibi, bazılarından normalden birazcık daha fazla. En azından Katolik inançlarına göre ölümden sonra adresimin fazlaca kırmızı barındırdığı kesin.

Wrath yani öfke: The Story of my Life.

Anlık öfkelerle yaşıyorum bence. Ne demek istiyorum: Anlık bir öfke krizi yaşıyorum. Sonra o sinir anında sesli bildirimlerde bulunuyorum: Seni bir daha görmek istemiyorum artık; Defol hayatımdan; Zor alırsın bir daha para benden; blah blah. Sonra nasıl bir gurur varsa bende. Başlıyor kafamı ütülemeye. Lafı söyledin dönüş yok. Aslında biraz çabalasam belki gururumu yaralamadığıma inandırabilirim kendimi. Ama o sırada tembellik devreye giriyor. "Ne gerek var ya!" diye sesleniyor pek derin olmayan yerlerden. Sonuç mu?

Vanity ve Sloth'un desteği ile gaza gelen Wrath; Lust, Gluttony, Avarice ve Envy'nin onaylayan bakışları altında hayatımı mahvediyor.

Peki mantığı ne bu yazının? Ne anladıysan o der Sloth.


Eski...

Düşünüyorum da, ne belalı bir geçmişim var kardeşim ya. Sürekli yarım bırakılmış ilişkiler, olaylar. Bir şeyi de adam akıllı kapatmayı becerememişim. Her yerden bir ucu dokunuveriyor alakasız zamanlarda. Şimdi, bir kaç haftadır fazla bir geçmişe maruz kaldım. O nedenle bir kısmını biliyorum. Kim bilir bilmediğim kaç yarım ilişkim vardır, böyle alakasız bir anda hortlayıverecek.

Bunu okuyorsan, ve senle bitmemiş bir işim olduğunu düşünüyorsan, gel bir zahmet konuşalım. Hani diyorlar ya, ya şimdi konuş ya da sonsuza kadar sus. Aynısından işte de, külahlarınıza anlatıyorum sanırım.

Veee bir saçmalamaca daha burada biter.

Bitirmeden önce, hani şu blog'umun arka planı varya. İşte kendimi ordaki kız gibi hissediyorum aslında. Zaten görünce aşık olmuştum resme.

PS: Olmuyor benden güzel bir başlık çıkmıyor, çıkamıyor. Zaten gerçekten acı çekmeden de yazamıyorum.

2 Temmuz 2010 Cuma

No. No. Nononono~! No!

Do I attract you?
Do I repulse you with my queasy smile?
Am I too dirty?
Am I too flirty?
Do I like what you like?

Sevgili blog;

Hayatım biraz fazla monotonlaştığı için yazmıyorum artık sana demek isterdim ama olmuyor. Aksine biraz arkadaş draması biraz aşk karmaşası içerisindeyim. Ama iki durumu da anlatıcak halim yok açıkçası. Bir de sanma ki, çok popülerim o nedenle oluyor bunlar. Aksine bir kaç arkadaşım, hmm eski arkadaşım desek daha doğru olur, sanırım benden nefret etmeye başladılar. Aslında nefret değil de, böyle küçümseme acıma arası duygularla bakıyorlar. Yazık diyorum kendilerine, hani o kadar küçüldülerki aslında gözümde ve kalbimde, onlara kızmak için bile güç harcamıyorum.

Ama kendime not: İyi ev kızı taklidi yapmayıp gerçekten iyi ev kızı olan kızlardan uzak dur. Özellikle pembe filtreli at gözlükleri varsa.

Aşk konusuna gelince. Şehvet aşk değildir, kardeşim. Bir kaç saatliğine çekici gelmiş olabilirim gözünüze. Ama bu gözünüz de kalplerle dolaşmanız için sebep değil. Hele de o kalplerin sebebi, ben değil de dekoltem ise. Hani dürüst yaklaşsanız daha çok şansınız vardı.

Yani aslında size bir şey anlatmadım daha çok kendi kafamı boşalttım uykudan önce ama şu sıralar pek kendimi sevdirmiyorum çevremdekilere sanırım. Nyaaa~!

Alakasız ama yazmak istedim bunu da. Bugün (aslında saat itibariyle dün) bir düğüne gittik. Düğünleri sevmem de, düğün dedikodularını severim. Kim ne giymiş falan filan. Ben de işte kendi düğünüm nasıl olsun ondan bahsetmek için ağzımı açtım. Annem kızım sanki evleniceksin de konuşuyorsun diyerekten lafı ağzıma tıkadı. Evlenicem ben ya, sonra üstüne boşanıcam, gerçekten kara dul olucam.

PS: Ulan, annem de okuyormuş blogu, benim yazdığım şeylere bak. Dikkatli olmak lazım biraz daha.
PS2: Evet, yazıyı gerçekten Nyaaa~! diye bitirdim. İçimdeki minik nerd büyümeye çalışıyor.
PS3: Başlık ne alaka ben de bilmiyorum.

Gitmeden bunlara da bir bak